Giriş
Bu yazıda, 4734 ve 4735 sayılı kanunlar ile ihale edilen, özelde yapım işlerini ilgilendiren, sözleşme öncesi ve sözleşme safhası yaşanan sorunları, konu başlıkları ve çözüm önerileri ile kısa kısa ifade etmeye çalışacağım. Başlık, özü itibariyle yüzlerce sayfa metin ihtiva edecek derinlikte olmasına karşın, maddeler halinde sorunları ve çözüm önerilerini yazacağım. (2800 kelime, 15 dakika)
Kanunu tanıyalım
4734 ve 4735 sayılı kanunlar, gerekçelerinden de anlaşıldığı üzere Avrupa Birliği ve uluslararası ihale yasaları ile uyum çerçevesinde düzenlendi. 2001 ekonomik krizi, Kemal Derviş, IMF programları ve bu çerçevede yapılan bir çok düzenlemeden biri olarak da tanımlamak doğru olabilir. 2002 Ocak ayında Resmi gazetede yayınlanan kanunlar 01.01.2003 tarihinde yürürlüğe girdi. Kasım 2002 yerel seçimlerden sonra iktidara gelen Ak Parti döneminde işleyiş ve görülen lüzum üzerine bir çok maddede sayısız değişiklikler yapıldı. Anayasa Mahkemesi kararları, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ve Kanunlar ile toplamda 4734 sayılı kanun 63 kez, 4735 sayılı kanun ise 13 kez değiştirildi.
4734 sayılı kanunun gerekçesi okunduğunda;
“2886 sayılı Devlet İhale Kanunu alım, satım, hizmet, yapım, kira, trampa, mülkiyetin gayri ayni hak tesisi ve taşıma işlerini kapsamaktadır. Ancak alım, hizmet, yapım, kiralama ve taşıma işleri kamu harcaması yapılmasına; satım, kiraya verme, trampa ve mülkiyetin gayri ayni hak tesisi işleri kamuya gelir sağlanmasına yönelik olduğundan, farklı nitelikteki bu işlerin aynı kanunda düzenlenmesi uygulamada pek çok sorunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.”
denilmekte, devletin gelir ve gider yönleriyle de ihale mevzuatını ayırmak istediği görülmektedir.
4734 sayılı kanun, harcama büyüklüğü göz önüne alındığında, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ilgilendiren bir kanun olması nedeniyle de sürekli gündemde, haberlerde, manşetlerde yer bulabilmektedir. Kamu İhale kurumunun yayınlandığı istatistiklere göre, 2021 yılı içinde toplamda 300 Milyar TL harcama yapılmıştır. Yani 85 milyonluk vatandaşın her biri adına 3.500 TL’lik kaynak bu kapsamda harcanmıştır. 2021 yılı bütçesi için resmi gazetede yayınlanan veriler ile devletin toplam 1.456.568.613.000 TL harcaması öngörülmüştür. Yani devletin toplam giderinin %20’den fazlasını oluşturan bir kanundan bahsediyoruz aslında..
Görüldüğü üzere devletin yapım, hizmet ve danışmanlık ile ilgili alımlarını düzenleyen 4734 ve 4735 sayılı kanunlar, harcadıkları bütçe yönüyle hepimizi çokça ilgilendiriyor.. Sürekli değişiyor olması da bundan olsa gerek..
Sorunlar ve Çözümler
Bu başlık altında daha çok mesleğim ve edindiğim tecrübelerin sonucu olarak yapım işleri ile ilgili karşılaşılan sorunlara ve çözümlere maddeler halinde değineceğim.
1- Eşitlik (Adalet)
Bu eşitlik kavramını iki yönüyle ele alacağım. İşveren (kamu) ve yüklenici arasındaki eşitlik ve istekli ile istekli arasındaki eşitlik (rekabet).
1-1 Kamu ve Yüklenici Arasında Eşitlik
İhalelerin sözleşme yönetimini düzenleyen 4735 sayılını kanunun hemen başında 4. maddesinde
“Bu Kanun kapsamında yapılan kamu sözleşmelerinin tarafları, sözleşme hükümlerinin uygulanmasında eşit hak ve yükümlülüklere sahiptir. İhale dokümanı ve sözleşme hükümlerinde bu prensibe aykırı maddelere yer verilemez. Kanunun yorum ve uygulanmasında bu prensip göz önünde bulundurulur.”
hükmü var, kanun gerekçesinde ise şu yazıyor..
“Tasarının 4 üncü maddesi; kabul edilen tekrir-i müzakere önergesi doğrultusunda; sözleşme uygulamalarına hâkim olan “haklarda ve yükümlülüklerde eşitlik prensibine” uygunluğun kamu sözleşmelerinde de aynen sağlanmasını temin için metne üçüncü fıkranın eklenmesi suretiyle kabul edilmiştir.”
Yani elbette sözleşmelerde taraflar eşittir ancak biz yine de bunu kanun hükmünde bir kez daha açıkça belirtelim diye özellikle vurgulamak için konmuş ama ne fayda.. Ülkemizde genel sorunun özelde bir örneği tam olarak burada yaşanmakta. Kanun var, uygulama yok, denetim yok. Kamu ile yüklenicinin imza etmiş olduğu sözleşmeler tip sözleşmeler olup yüklenicilerin ihale öncesi sözleşme hükümlerine itirazları olamıyor. Devlet, şartlarım bu, buna göre ihaleme giriyorsan gir diyor, peki ama bu tip sözleşmeler iki tarafı da bu eşitlik ilkesi çerçevesinde savunuyor mu ? Hayır.
Örneğin sözleşmelerde eğer işimi zamanında yapmazsan sana şu kadar ceza vereceğim diyor, teknik personelin zamanında iş yerinde olmazsa günlük şu kadar ceza keseceğim diyor, yer teslimini zamanında almazsan şu kadar ceza, iş programını getirmezsen bu kadar ceza, işini fesh edersen şu kadar mektubunu yakarım, bir de üzerine dava açarım, işi yaparken geri kalırsan sana fiyat farkını geri kaldığın için ben de geriden öderim diyor. Bunlar elbette bir işverenin haklı talepleri bu kısımda sorun yok. İşveren elbette bunları isteyebilir, hatta daha fazlasını da..
Peki karşı taraf, işi yüklenen tarafın haklı talepleri konusunda sözleşmede hükümler var mı yok. Örneğin sözleşmede hakedişi faturadan sonra 15 gün içinde ödeyeceksin diyor, eğer ödemezsen bir yaptırımı var mı ? İş yerini geç teslim edersen bir yaptırım ? İhalede vermiş olduğun hatalı proje nedeniyle ortaya çıkan sorunlar ? Projelerin geç teslim edilmesi, ödenek yetersizsiliği ile işin durması yahut yavaşlaması ? İhale yapıldıktan sonra (yani maç başladıktan sonra) değişen hükümlere karşı (vergi, stopaj, kdv, vs gibi konular) yükleniciyi koruyan bir düzenleme ? O da yok.. Bunların hiçbirisi yok, peki ne var, anlaşmazlıklar durumunda şu mahkeme yetkilidir. Yahut sözleşmede bulunmayan hallerde borçlar kanunu esas alınır. Tamam da hangi yüklenici iş devam ederken işverenini mahkemeye verebilir ? Hukuken buna mani bir şey olmasa da Türkiye gerçekleri ve fiili durum göz önünde alındığı bu ne derece mümkün ? Bunu yapabilen, işi yaparken iş verenini mahkemeye verebilen firma sayısı oldukça az, evvela bunları yapabilmek için haklı olmaktan önce her yönüyle güçlü olmak lazım.. Yüklenici bu çıkmazda hakkını savunamıyor, sessiz kalıyor, başını öne eğiyor.. Devlet vatandaşını tüccarını korumak kollamak zorundadır. Kamu ile yapılan bir sözleşmede tarafların eşitliği tüccar ile tüccar arasında, iki özel sektör kuruluşu arasında yapılan sözleşmedeki eşitlik gibi olamaz. Devlet elindeki vasıtalar yönüyle özel sektördeki herhangi bir işveren gibi kendini konumlandıramaz. Yani gücü kötüye kullanamaz. Kullanmamalı..
Çözüm..
Sözleşmelerde tarafların eşitliğini ve haklarını koruyacak şekilde, yukarıda belirttiğim hususları da kapsar nitelikte, tip sözleşmelere mutlaka yüklenicinin de hakkını savunan maddeler eklenmelidir. İşveren yükümlülüklerini (borçlarını) yerine getirmediğinde ne ile karşılaşacağını mutlaka bilmelidir. Bilmek bir yana bunlara karşı da sorumlu olmalıdır. Yüklenici hakkını borçlar kanunu ve eser sözleşmeleri kapsamında değil, sözleşmede yazan hükümler kapsamında aramalıdır. Aksi halde yükleniciye mahkeme yolunu göstermek, onu çözümsüzlüğe terk etmek olacaktır.
1-2 İstekli- İstekli Arasında Eşitlik
Bu başlık elbette ihale aşamasıyla ilgili sorunları kapsamakta.. Şimdilerde de çokça karşımıza çıkan kapalı kapılar ardında ihaleler yapıldı, işler yine şu şu isimlere gitti meselesi.. Devlet vatandaşına karşı yaptığı işleri yaparken şeffaf olmalıdır. Devlet bir işi yaptırırken, bu iş önemli, teknik zorlukları olan, herkesin yapamayacağı bir iş, ekip ekipmanı güçlü, sermayesi güçlü firmaların ancak yapabileceği bir iş diyebilir. Çok hızlı yapılması gerekiyor diyebilir. Bu nihayetinde bir işveren olarak devletin isteyebileceği bir şey, bunu anlamakla birlikte bu isteklerin ve işin teknik gereklerinin kamuya açık şekilde paylaşılmaması ise sorunun kaynağı.. Hükümetler eğer bu işleri siyasetin finansmanı için kullanmıyorlarsa çözümü basit, yok eğer bu ihaleler siyasetin ve diğer başka hususların finansmanı için kullanılıyor ise, çözümü ayrı bir yazı içeriğinde ele almak gerekiyor.
Çözüm..
Teknik bilgi birikim gerektiren, öz sermayesi güçlü, iş yapabilme kapasitesi güçlü yükleniciler gerektiren işler için (barajlar, köprüler, vb.) devlet yüklenicileri sınıflara ayırmalı, isteklileri de kendi içinde eşit hale getirmeli koca koca milyar dolar cirolu firmalar ile yüz milyon tl cirolu firmaların aynı ihalelere girmesinin de önü kesilmeli.. A sınıfı (şampiyonlar ligi), B sınıfı (1. lig) ve C sınıfı (2.lig) kategoriler oluşturarak bu önemli yahut acil işlere A sınıfı müteahhitleri davet etmeli, bu listeler yıllık güncellenmeli ve halka gerekçeleri ile açıklanmalı, üst seviye bir tedarikçi ağı oluşturulmalı, davet ve ihale kamuya açık olmalıdır. Ancak bir millet bahçesi işi de sanırım bu kapsamda olmamalıdır.. Firmalar denkleri ile rekabet etmeli, işler denkleri arasında ihale edilmelidir. Türkiye’de ve dünyada uluslararası küresel çapta bu işleri yapmaya gücü ve yeteneği olan 50’den fazla firmamız mevcut iken, belli başlı ihalelerin benzer firmalar arasında dönüp dolaşması maalesef ki bize bu paragrafı yazdırdı.
Başta da söylediğimiz gibi sorun bu kadar basit değilse, çözümü de bu kadar dar bir paragrafa sıkıştırmak doğru olmayacaktır.
2-Kanunların Anlaşılmazlığı
Kamu ihale kanunu ve devamındaki yönetmelikler, diğer kanunların aksine içinde bolca hesap kitap matematik olan bir kanun, bir yönüyle aslında teknik bir metin, böyle olunca da metinler anlaşılır olmalı. Türkiye’nin bir çok coğrafyasında, bir çok idaresinde aynı metin, aynı kanun, çoğu zaman farklı yorumlanmakta, hatta idareleri denetleyen Sayıştay’da da kimi zaman farklı kararlar çıkmakta, bunlar daha sonraları birleştirilmekte, teknik konular için başvurulan Yüksek Fen Kurulu da her olaya özel cevap yazmak için büyük mesai harcamaktadır. Bu konuların temel nedeni kanun ve yönetmelik metinlerinin anlaşılabilir olmamasından gelmektedir.
Çözüm
Kamu ihale kanunu ve devamındaki mevzuat tümüyle baştan ele alınmalı içinde mutlaka İdarelerden, Sayıştay’dan, Yüksek Fen Kurulu’ndan, Yüklenicilerden üyelerin olduğu bir komisyon ile kanun metinleri yeniden ele alınmalı her bir süreç ve olay için örnekleri ile hesap yöntemleri belirlenmeli, iş artış/azalışları, yeni birim fiyat hesapları, tasfiye ve fesih işlemleri, fiyat farkı hesapları gibi sıklıkla karşılaşılan durumlar için yönergeler oluşturulmalı, yol haritası netleştirilmiş olmalıdır. Böylece yükleniciler, ihaleler sonrası her idarenin bizde uygulama böyle cevabıyla muhatap olmamış olur, yargıya taşınan konu sayısı azalır, kesin hesap süreçleri kolaylaşır, iller ve idareler arası uygulama farklılıkları sonlanır, Sayıştay’ın ve Yüksek Fen Kurulu’nun da işi epey bir kolaylaşmış olur.
3- Fiyat Farkı
Yükleniciler olarak bu kanunun en büyük eksilerinden bir tanesi de fiyat farkının doğru hesap edilmiyor, edilemiyor olması.. TÜİK’in açıklamış olduğu üretici fiyat endeksi verileri ile belirlenen fiyat artışları piyasa gerçeğini yansıtmıyor. Bunun başlıca sebeplerinden biri de fiyat farklarının bölgesel olarak değil, ülke çapında ortalama alınarak yorumlanması.. Yüklenici ihaleye hazırlanırken o günkü piyasa koşullarına göre maliyetini çıkarıyor teklifini oluşturuyor, ondan sonrasını öngörmesi ise özellikle ülkemiz gerçekleri göz önüne alındığında kâhinlik yahut falcılık olarak düşünülebilir. Merkez bankası gibi neredeyse ülkenin tüm verilerine hakim bir devlet kuruluşunun dahi yılda 3-5 kez revize etmek zorunda kaldığı yıl sonu tahminleri ortadayken, 2-3-5 yıl sürecek yapım işleri için öngörüde bulunmak yükleniciler için mümkün gözükmemektedir. Hal böyle iken de yüklenici ihale aşamasında hangi birim maliyetleri öngördü ise iş devam ettiği sürece o birim maliyetlerin karşılığı olan fiyat farkını almalıdır. Alamazsa ne oluyor, varsa önce kârı eriyor, bu durumda kârdan zarar ederek işini bitirebilen büyük ölçüde şanslı.. Çoğu zaman ise, açık ihale ortamının getirmiş olduğu amansız rekabet sonucu düşük kârlarla iş alan yüklenicilerin işleri zarara dönüyor, bir çok iş yarım kalıyor, tedarikçiler mağdur oluyor, iş uzuyor, kamu zararı oluşuyor, devlet iş uzadığı için daha çok fiyat farkı vermek zorunda kalıyor, iş bitemezse sonradan daha pahalıya ihale ediyor, firma mali olarak sıkıntılara giriyor, işçiler ücretlerini alamıyor, yani herkes kaybediyor.
Çözüm
Türkiye’de serbest piyasa ekonomisi biraz çok serbest olduğu için bölgeden bölgeye fiyatlar çok değişebiliyor. Böyle olunca da TÜİK’in tüm Türkiye için ortalama bir artışı doğru bir biçimde yansıtması çok mümkün gözükmüyor. Fiyat farkları için bölgesel düzenlemeye gidilmeli, yapım işleri için TÜİK genel endeksi değil, kendine özgü bir maliyet endeksi çıkarılmalı, bölgelere ayrılmış bu endeks üzerinden fiyat artışları takip edilmelidir. İstanbul’daki ihracat yapan bir çimento fabrikası ile, Doğu Anadolu’da düşük talepli ve ihracat yapamayan bir çimento fabrikası fiyatı aynı olmayacağı gibi, İstanbul’da hafriyat m3 artış fiyatı ile Anadolu bozkırındaki fiyat artışı da yıl içinde aynı olmaz. Yine aynı şekilde İstanbul’da 5.000 TL olan bir ev kirası ile Anadolu’da 2.500 TL olan ev kirası gerçeği var iken, aynı işçilik rakamlarının da olması beklenemez. Bu yeni endekste, işçilik fiyatları resmi açıklanan asgari ücretler ile değil, piyasa fiyatları ile aylık takip edilmelidir. Mazot demir gibi çoğu yerde benzerlik gösteren fiyatların yanında birbirinden ayrışan tüm rayiç fiyatlarını da kapsayan bu endeks ile daha doğru bir fiyat farkı hesabı yapılacağı kanısındayım. Bu endeks için önereceğim bölgeleme 1. İstanbul Avrupa, 2. İstanbul Anadolu, 3. Ankara, 4. İzmir-Muğla, 5. Antalya, 6. Marmara, 7. İç Anadolu, 8. Ege, 9. Batı Karadeniz, 10. Doğu Karadeniz, 11. Batı Akdeniz, 12. Doğu Akdeniz, 13. Doğu Anadolu, 14. Güney Doğu Anadolu şeklindedir. Turizm bölgelerinin coğrafi bölge dışında tutulması ve ayrıca örnekteki gibi ayrı gruplandırılması fiyat farklarının gerçeği yansıtması adına önem arz etmektedir.
4- Yaklaşık Maliyet, Ödeme Dilimleri, Aşırı Düşük Teklifler
Yaklaşık maliyet yani devletin kendi tespit etmiş olduğu birim fiyatlar ve metrajlar üzerinden çıkarmış olduğu maliyet, bir kaç noktada önem arz ediyor.
Bunlardan birincisi aşırı düşük fiyatın tespiti, aşırı düşük teklif demek, senin fiyatın hem idarenin yaklaşık maliyetine hem de geçerli tekliflerin ortalamasına göre bunların hepsi dikkate alındığında çok düşük teklif demek.. Mevzuatta mutlaka olması gereken bir kavram, peki sistem doğru çalışıyor mu hayır, peki neden, bunun en önemli nedeni yaklaşık maliyetin doğru hesaplanmamış olması. Yaklaşık maliyet doğru hesaplanmayınca, devlet gerçek bedeli üstelik %25 müteahhit karı ve genel gideri ile birlikte örneğin 100 Milyon TL olan bir işin bedelini 80 Milyon TL açıklarsa, buna da 70 Milyon TL teklif veren bir istekli çıkarsa, ne oluyor, mevzuat gereği işi o firmaya veriyor, üstelik fiyatının aslında çok düşük olduğunu bilmesine rağmen, sonuç, yüklenici işi yapamıyor ve yukarıda değindiğimiz zararlar yine ortaya çıkıyor.. Aşırı düşük teklif veren bir istekliye devlet işi verme şartları biraz daha zorlaştırdı, normal teklifle işi alan kişi sözleşme bedelinin %6sı kadar kesin teminat verirken, aşırı düşük teklifle işi alan yüklenici yaklaşık maliyetin %9u kadar teminat veriyor. Ancak yine de bizim ülkemiz öyle bir ülke ki teklif veren yükleniciyi bile kendi haline bırakmamalı.. Onu bile cesareti yahut cahilliği ile baş başa bırakmamalı, çünkü olan sadece ona değil, çevresindekilere ve kamuya da oluyor..
Bir diğer konu, ödeme dilimleri.. Özellikle anahtar teslim işlerde ödeme dilimlerini yüklenici sözleşme öncesinde göremiyor, eskiden görüyordu ama şimdi bu bilgi yayınlanmıyor, böyle olunca da ne oluyor ? Yüklenici hangi işi yaptığında karşılığında kaç para alacağını bilemiyor, bu şekilde nasıl bir nakit akışı hazırlayacak kendine, bu sorunun cevabını kimse bilmiyor ! Yüklenici ehli fendir, basiretli tüccardır diyerek konu geçiştiriliyor.. Örneğin yaklaşık maliyette bina temel betonarmesinin hesap edilmediğini düşünün, toplam sözleşme bedelinin misal %3ünü oluşturan bu harcama, yaklaşık maliyette hesap edilmediği için ödeme diliminde yok, böyle olunca ne oluyor, bu işi yapan yüklenici bunun karşılığını o an için alamıyor, diğer işler içinde yaygın halde alıyor, hiç öngöremediği bir finansman maliyetini yükleniyor. Yahut tam tersi, işin en başında hafriyat işine harcanması gereken bedel 3 Milyon TL iken örneğin, yaklaşık maliyetteki hatadan ötürü bu iş için 10 Milyon TL ödeme yapılıyor, yüklenicinin ihaleye girerken bunu bilmediğini düşünelim bir an için, burada da yüklenici avantajlı duruma geçiyor ve ekstra bir finansman getirisi sağlıyor..
Çözüm
Yaklaşık maliyet, doğru hesaplanmalı, metrajlar, birim fiyatlar piyasa gerçekleri ile örtüşmeli, aşırı düşük teklifler de buna göre doğru bir şekilde ortaya çıkmalı, aşırı düşük teklif formülü tekrar gözden geçirilmeli, devletin doğru hesaplanmış bir yaklaşık maliyette %25 genel gider ve kar gördüğü bir işte, kabaca %20 indirim (tenzilat) altına iş verilmemeli.. Bunu sağlayacak buna yaklaştıracak, yine mevcut formülde olduğu gibi geçerli tekliflerin de dikkate alınacağı yeni bir formül üzerinde çalışılmalı.. Devlet yüklenicinin zarar edeceğine emin olduğu bir işi daha en baştan bile isteye ona vermemeli.. Yaklaşık maliyet tutarı ihale öncesi ilanlarda açıklanmalı. Bunu açıklamaktan kaçınılmamalı.. Ödeme dilimleri ihale öncesi istekli ile mutlaka paylaşılmalı, istekli hangi işi hangi aşamada yaptığında ne kadar para alabileceğini bilmeli..
5- Damga Vergisi, Stopaj, Sözleşme Devamındaki Değişiklikler
Kamu ihalelerinde sözleşmeyi imza edince sözleşme bedeli üzerinden damga vergisi ödeniyor, daha sonra da yapılan tüm hakedişlerde yapılan iş tutarı ve varsa fiyat farkı üzerinden yine damga vergisi alınıyor. Yani sözleşme bedeli için iki kez damga vergisi alınmış oluyor. Bu durum rekabete engel teşkil eden bir konu değil, herkes tarafından bilinen bir uygulama ama devletin bir iş için iki kez damga vergisi alması mevzuat olarak belki uygun olsa da adalet çerçevesinden bakıldığında çok da uygun durmuyor.
Diğer konu stopaj meselesi, kamu yapım işleri geneli itibarı ile 1 yıldan fazla süreli işler, hatta bir kısmı 3-5 yıl kadar sürebiliyor. Bu durumda devlet hakediş kapağında kaynağında stopaj vergisi kesiyor. Bu tutar uzun yıllar %3 olarak kesilmekte iken Mart 2021 den itibaren %5 olarak kesilmeye başlandı. Devlet vergi tahsili yönüyle bu uygulamaya gidebilir bunda bir sorun bu etapta gözükmüyor, peki 3-4 yıl sonra devletin başta öngördüğü vergi çıkmaz ise ?
Örneğin 100 Milyon TL sözleşme bedeli olan bir işte yıllar içinde 50 Milyon TL de fiyat farkı ödenmiş olsun, 4 yıl sonunda iş bittiğinde devlet 150 Milyon TL üzerinden 7.500.000 TL stopaj vergisi tahsil etmiş oldu. İş bitti hesaplar yapıldı, şirketin öngörülen kadar kâr etmeği ortaya çıktı, 6 Milyon TL vergi alacağı oldu. Peki ne oldu, devletin önden tahsil ettiği verginin fazlası yıllık %20-100 arası enflasyon olan bir ülkede eridi gitti. Çözüm ? Haksızlık var mı evet var..
Diğer bir başlık ise sözleşme devamındaki değişiklik.. Az önceki stopaj örneğinde olduğu gibi, sözleşme yapılmış, yüklenici ihale şartlarına göre teklifini vermiş ama maç başladıktan sonra kurallar yüklenici aleyhine gelişmiş.. Bunu yüklenicinin öngörmesi mümkün mü? Buna karşı tedbir alması mümkün mü ? Bunu sonradan maliyetlerine ekleyebilmesi mümkün mü ? Hepsi hayır, peki ne olmalı ?
Çözüm
Öncelikle devlet sözleşmede zaten almış olduğu vergiyi hakedişte bir daha almamalı, sebepsiz zenginleşmemeli.. Vergi oranını arttırmak başka bir şey, bir koyundan iki post çıkarmak ayrı..
Stopaj konusunda ya yıl bazında hesap yapılarak o yılın hesabına kar zarar durumuna göre iade ya da tahsilat süreçleri işlemeli, ya da işin sonu bitmesi beklenecek ise de , öngörülen verginin çıkmaması durumunda fazlaya dair tahsil edilen para yükleniciye inşaat için hesaplanacak endeks üzerinden ay bazında güncellemeler yapılmak sureti ile geri iade edilmeli.. Yüklenicinin sermayesi alabileceği demir, beton, tuğla, kazabileceği m3 hafriyat, yapabileceği daire m2 sidir. Elinde tuttuğu paraya devlet de bu gözle bakmalı, bu noktada varsa zararı karşılamalıdır.
İhale yapıldı sözleşme imzalandı, artık yüklenici aleyhine bir kanun maddesi yönetmelik vs değişikliği varsa (yukarıdaki stopaj örneğinde olduğu gibi), bu işlememelidir. Yüklenici ihaleye girdiği şart ve koşullara göre sözleşmesini devam ettirmelidir. Bu hususlar genel kanun maddelerine atıfta bulunarak değil, bizzat taraflar arasında imza edilen sözleşmeye madde olarak eklenmelidir.
Sonuç
Daha yazılabilecek bir çok irili ufaklı konu başlığı (hatalı projeler, yeni birim fiyat tespitleri, iş programı ve fiyat farkı uygulamaları vb.) olmasına rağmen, hem uzatmamak, okuyucuyu sıkmamak, hem de bu kadarının bile bir çok yaraya derman olacağını, olabileceğini söyleyerek cümlelerimi sonlandırıyorum.
İnsanlar arasında hükmettiğimizde, adaletle hükmedelim..