Biz unuturuz, unutkanız, neleri unutmadı ki bu millet, biraz biraz hatırlatalım..
Bu süreçte kendimle ilgili kısımda, mezun olduk, askere gittik, evlendik, baba olduk, çalıştık, kriz oldu, çalışıyoruz, salgın oldu, ölenlerimiz göçenlerimiz oldu, yine kriz oldu, bu sefer enflasyon da oldu, paramıza sıfırlar eklendi.. Yine de her hale elbette çok şükür..
Peki ya ülkemizde, vatanımızda ?
2008 En son 2008 de, web sayfamda yazmayı bıraktığımda, yine Tayyip Erdoğan vardı, yanında yol arkadaşlarıyla.. Şimdiki muhalefet yoktu, hele öyle 6lı masa falan hiç yoktu.. Yani hükümet anlamında çok bir şey değişmedi, yine Erdoğan’lar, yine Reisler..
Hadi başlayalım..
2008’in hemen başında Ak Parti ve MHP başörtülü kızlar üniversitede okusun dedi, karar meclisten geçti, ama CHP ve DSP Anayasa Mahkemesi’ne götürdü, mahkeme de hayır başörtüsü ile üniversite okunmaz dedi. Bakmayın siz bugün Kılıçdaroğlu’nun helalleşelim demesine.. O süreçte bugün teröristi destekleyen HDP kapatılmasın diyenler, Ak Parti kapatılsın diye Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyor, meydanlarda ise Cumhuriyet mitingleri düzenleniyordu..
2008 in sonlarına doğru 3 Ekim’de ise, Aktütün saldırısı vardı gündemde, Bayraktepe düşmedi direndi ama vatan toprağı yine şehit kanıyla buluştu. O zaman okuduğumuzda anlamıyorduk elbette (anlayanlarımıza saygı ve sevgi ile) ama taraf gazetesi askere yükleniyordu, sorumlu sizsiniz diyordu..
2009 hemen başında 29 Ocak’ta Davos’ta One Minute, Olmaz ! diyerek belki de Pınarbaşı cezaevi ve sonrasındaki Abd-İsrail yakınlaşması ardından yeni bir süreç başlıyordu. “Ben hazırım” diyordu. Öyle ya siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz demek bunu gerektirirdi ! 2009 Davos Dönüşü Atatürk Havalimanı karşılaması, tıpkı 15 Temmuz Atatürk Havalimanı karşılaması gibiydi.. Sonrasında başlayacak mücadele için güç toplamak gerekiyordu.. Bu havalimanı Erdoğan’a uğurlu geliyor.. Ödül olarak imara ve betona kurban değil, milletine bahçe oldu..
2009 yerel seçimlerinde rakiplerinden biri Numan Kurtulmuş 2 M oy, diğeri Süleyman Soylu idi 1.5 M oy. ikinci ve üçüncü parti olan CHP ve MHP’nin oyları toplamı birinci parti olan Ak Parti oyları toplamı kadardı. O zamanlar DTP (şimdiki Hdp)’nin oyu, 2.2 M idi. Bir güzel insan Muhsin Yazıcıoğlu da sonraları çok daha iyi bir şekilde anlayacağımız üzere canını ülkesi için vermişti.
Nisan ayı sonunda bir genel kurmay başkanı TV’lerin karşısına bir lav silahı ile çıkıyor ve “korkmayın, bu boş lav” diyordu. Ancak nasıl olduysa neredeyse tüm Türkiye bunlar boş boru şeklinde bunu algılıyordu, oysaki ağzından tek bir boru kelimesi bile geçmemişti. İnanmayan geri döküp konuşma metinlerinden bakabilir.. Algı önemli.. “Şimdi yani bu boş lavın kullanma olanağı yok, kullanamazsınız. Ben de bu soruyu soruyorum; Acaba bunu yapanlar, gömenler kim? İddiaları bilemiyorum, elbette yargıya gitmiş bir olaydır. Bu beş tane boş lavı niye gömdüler? Ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum.” diyor ama kimseyi inandıramıyordu.. Taraf gazetesi , Mehmet Baransu ve diğerleri görevlerini başarı ile sürdürüyordu.. Nitekim bu olaylar sonunda 6 Ocak 2012 de tutuklanan İlker Başbuğ, 7 Mart 2014’te yani 17-25 Aralık olaylarından sonra tahliye edilmişti. Siyaset ile yargı yine paralel ilerliyor, siyaset yönünü nereye çevirirse, yargı da oraya çeviriyordu.. Oysaki hakimler savcılar değişse de kanunlar hep aynıydı..
2009’da başlayan Çözüm süreci Türkiye’yi yeni bir siyasi kulvara soktu. Hatta bu süreçle ilgili o zamanlar ( 08.02.2010) Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik “Ya biz bu meseleyi çözeriz, ya bu mesele bizi çözer” diyerek giyilen gömleğin ateşten bir gömlekten öte belki de bir deli gömleği olduğunu söylüyordu. MHP yapmayın etmeyin diyor, şimdi ortakların hatırlamak istemeyecekleri cümleleri sarf ediyordu. 2009 bu manada çok ama çok hareketliydi, bir tarafta bombalar patlarken, bir tarafta köyler basılıp insanlar öldürülürken diğer taraftan pkklılar teslim oluyor, bir kısım (50.000) pkk destekçisi onları karşılıyor, savcı ise bunları serbest bırakıyordu. Ülke içindeki ve dışındaki tüm güç dengeleri masada yerini almış herkes bulunduğu pozisyona göre hareket ediyordu. 2009 ‘un sonuna gelindiğinde Aralık ayında oy birliği ile DTP Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştı.
2010 yılına geldiğimizde ise fetö ile son “iş birlikleri” yapılıyor, askeri alanda belli “düzenlemeler” yapılıyordu. Ergenekon, balyoz vs. süreç devam ediyor, yargı, medya, asker ve daha niceleri üzerine son köşe kapmacalar oynanıyordu. Tam da bu olaylar yaşanırken, Deniz Baykal gitti, 22 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu geldi. Oyun büyük, savaş çetin olacaktı. 27 Mayıs’ta da Hakan Fidan MİT’in başına geçti. Hakan Fidan, Kılıçdaroğlu ve Erdoğan koltuğu bırakmayan isimler olarak istikrarlı bir şekilde görevlerine devam ediyorlar..
12 Eylül referandumunda, Fetö elebaşı mezardan kalkın gidin oy kullanın diyor, Bahçeli ise, milleti mezardan kaldıracağına gel de sen oy kullan diyordu. Çözüm süreci ise kör topal ilerlemeye çalışıyor, bir taraftan Kürtçeye yönelik açılımlar başta olmak üzere yeni haklar tanınırken, öte tarafta terör var gücüyle saldırıyor, teslim olup salıverilen pkklılar için tutuklanmalar talep ediliyordu. Referandum sürecinde askeri yargı, anayasa mahkemesi ve hakimler savcılar üzerinde belirlenen politika, “son düzlükteki” düzenlemeler olarak karşımıza çıkıyordu. 12 Eylül darbecileri yargılanacak kısmı referandumun PR (Public Relations-Halkla ilişkiler) olan kısmıydı. Ösym’de sorular çalınıyor başkanlar değişiyor, ülke içten içe çalkalanıyordu. Görünmeyen ve aslında çoktan başlamış bir mücadele vardı.
2010 yılında içişlerimizde bunlar yaşanırken, Akdeniz’de uluslararası sularda, 31 Mayıs günü İsrailli komandolar gece saat 4 gibi Mavi Marmara gemisinde sivilleri öldürüyor, aynı gün bu olaydan 3-4 saat kadar önce İskenderun’da Deniz Kuvvetlerine ait birliğe pkklılar saldırıyor, 6 asker şehit oluyordu. İsrail mesajı Mavi Marmara ile değil, İskenderun saldırısı ile veriyordu ! Olay sonrası İsrail’in tazminat ödemesi, özür dilemesi ve Gazze ambargosunu kaldırması şartları konulmuş, ambargo dışındaki maddeler çok sonraları gerçekleşmişti. Erdoğan 2016 yılında yaptığı bir konuşmada, böyle bir insani yardımı götürmek için o zaman bana sordunuz mu diyerek hepimizi “şaşırtmıştı.”
2011 yılına geldik. Soluklanalım.. Derin bir nefes alalım.. Yazarken değil, okurken daha çok yoruluyor insan. Yaşarken anlamıyoruz başımızdan geçenleri, sonraları vay başımıza gelenler diyoruz daha çok. O kadar hızlı değişiyor ki gündem, ne olup bittiğini ancak üç beş yıl sonra idrak edebiliyoruz..
“İmam” artık kendini gizleyemiyordu, görenler görüyor, 17-25i beklemiyor, hele 15 Temmuz’u hiç beklemiyordu, söylenmesi gerekeni söylüyorlardı. İmam’ın ordusu diyen Ahmet Şık içeri atılıyor, çıktığında ise, beni içeri atanlar içeri girecek diyordu kendinden emin.. Bir başka gazeteci Nedim Şener de İmam’ın canını yaktığı için içeri giriyor, o da çıktığında gerçekler hapsedilemez diyordu. Bu ve benzeri birçok gazeteci, siyasetçi, asker ve akademisyen Bülent Arınç gibi ahmak değildi. Olanın bitenin farkında olanlar da vardı elbet. Hatırlatalım, ahmak diye yakışıksız bir kelime kullanmak istemeyiz elbette lakin Sn. Arınç kendi namına kullandığı için ifade ediyoruz..
2011 yılı genel seçimleri, 34 yıl aradan sonra erken yapılmayan ilk genel seçim olarak tarihteki yerini aldı. Ak parti %50 oy aldı, CHP 2. MHP 3. oldu, sırtını kandile yaslayanlar ise, o dönem barajı geçemeyiz diye seçime bağımsız katıldılar. Türkiye’de bombalar patlamaya şehitler verilmeye devam ediyor, pkk tarafında ise çözüm sürecinde yeni bir başlangıç hala mümkün cümleleri kuruluyordu.
2012 yılı içerde mit krizi ve yaklaşan fetö mücadelesine hazırlıkla geçerken, dışarda ise Suriye’de 2011 de patlak veren iç savaş ve Türkiye’ye doğru başlayan göç dalgaları, pkk nın bir başka alfabe açılımı ypg üzerinden Suriye’de oynanan kantonculuk oyunları ile geçiyordu. Terör faaliyetleri durmuyor, terörle mücadele hız kesmeden devam ediyordu. Eylül 2012 de Erdoğan “İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız.” diyordu. Nasip olmadı.. Obanın gazı, Putin’in freniyle ancak Süleyman Şah türbemizi geri çekebildik. Oysaki Mart 2014 de, “Böyle bir yanlışlık olacak olursa (türbeye saldırma) gereği neyse yapılacaktır. Bu topraklar bizim toprağımızdır. Bu topraklarda yapılacak bir saldırı aynen Türkiye’ye yapılmış bir saldırıdır.” demiştik. Gereğini yaptık, Şubat 2015’te başka yere taşıdık ! 20 yıl geçti, bunu unutmayacak bu halk, bir de çuvalı..
2013 yılı hemen başlarında Çözüm sürecinde belki son bir kuvvetli adım daha atıldı, apo ile görüşmeler sağlandı, adaya gidildi konuşuldu, silahlar bırakılsın siyaset yapılsın dedi sırtını kandile yaslayanlar.. Öyle ki, akil adamlar diye bir heyet kuruldu, içerdeki pkklılar dışarı çıktı, esir alınan işçileri alıp Türkiye’ye getirdiler.
Gezi oldu.. Yaktılar yıktılar, sözde yeşili savundular.. En sonunda mesele ağaç değil dediler, sen hala anlamadın mı diye de eklediler.. diyenler hala gelemedi. Mesele vatansa, bu vatanın çilesi bile yine burada çekilmeliydi.. Yunanistan’da sevişiyor, özlem gideriyorlar.. Hem de Yunanistan’da !
Oysaki 2013 yılı merkez bankası kasasının dolduğu, milli gelirin zirve yaptığı, işsizlik ve enflasyonun dip yaptığı dönemdi.. Mesele ağaç değil de neydi ? Gezinin etkileri aylarca sürdü.. Ak parti sosyal medyanın önemini anladı. Sosyal medya orduları bu süreçten sonra kurulmaya, tahkim edilmeye başlandı.
Arap baharıyla birlikte 2011 de Kaddafi bir kanalizasyonda ele geçirildi ve öldürüldü, Araplar Saddam Hüseyin’den hiç ders almamışlardı. Sonrasında bir başka büyük değişim ise Mısır’da oldu. Yine 2011 de istifa eden Hüsnü Mübarek yerine seçilen Muhammed Mursi de 2013 de askeri darbe ile indirildi. Başka ülkelerde başka değişiklikler de oldu, acaba araplar abd güdümünden çıkıyor mu diye düşünürken, tam tersine bir süreç ile araplar abd ye teslim oldu. Meher bu son baharları imiş..
Dershane krizi.. Dershaneler kapatılacaktı, yani aslında bu rakibi mindere çekmenin bahanesiydi, tıpkı Türkçe olimpiyatlarındaki gel bitsin bu “hasret” demek gibi bir şeydi.. gel bakalım fetö, senle bir güreşe tutuşalım yeter bu zoraki evlilik demekti. Son bir hamle.. 25 Kasım’da Ekrem Dumanlı Başbakan Erdoğan’a açık mektup diyerek, biz böyle iyiyiz kavga etmeyelim diyordu.. Ama bunu diyenler hazırlıklarını çoktan yapılmıştı bile.. Hakan şükür 16 Aralık’ta Ak parti vekilliğinden istifa etti, istifa ederken “Ben yirmi seneden fazla bir süredir hizmet hareketini ve Muhterem Hocaefendi’yi tanıyor ve seviyorum. Referandum başta olmak üzere milletin hayrına gördükleri bütün meselelerde hükümeti var güçleriyle destekleyen, kapı kapı dolaşıp insanları ikna eden, yurt dışından binlerce insanı fedakârca oy kullanmaları için taşıyan, AK Parti kapanmasın diye dualar eden bu samimi insanların şimdi düşman muamelesine tabi tutulması en hafif tabirle vefasızlıktan başka bir şey değildir.” diyerek partisini eleştirmişti. Fetönün yıllar içinde Erdoğan tarafından kullanılıp atılması elbette onları üzecek, bir başka cepheye itecekti. Ama zaten bu örgüt konumunu ve küresel görevini bilmiyor muydu ?
17 Aralık ve 25 Aralık’ta ses kayıtları düştü her yere.. Öyle ya, devlete sızan fetö değil, fetöye sızabilmiş bir devlet vardı. Birkaç ay sonra Mart 2014 yerel seçimlerinde Ak Parti seçmeni oyunu gördü oyunu verdi.. Evet kasetler var, tamam anladık yaptınız bir şeyler dedi ama tercihini Ak Parti’den değil ama Erdoğan’dan yana kullandı. Böylece dövüş bir sonraki tura kaldı. İlk raund bitmişti.. Ancak yine de Erdoğan milletini fetö konusunda tam olarak ikna edemedi. Bu durum, süreci maalesef 15 Temmuzlara taşımıştı.. O zaman cemaatin para ve insan kaynağı topladığı tabanı, bu dönemlerde değil, ancak tanklar insanları biçince uyanabilmişti.. Hala uyanamayanları saymıyorum..
2014 senesi.. Hemen başında Mart ayında Ak Parti zaferi ile sonuçlanan yerel seçimler, ve devamında Ağustos ayında cumhurbaşkanlığı seçimleri.. Cumhurun başkanını ilk defa yine cumhur seçecekti.. Erdoğan yerel seçimler sonrası yaptığı bir konuşmada, fetö için “”Halkımız bize paralel yapıyla mücadele talimatını verdi. Vatana ihaneti artık tescillenen bu yapının tasfiyesi için millet bize yetki verdi. Yapılan ihaneti unutmayacağız, sorumluların hepsi yargı önünde hesap verecekler. Fakat, altını çiziyorum kendi paralel yargıları önünde değil milletin yargısı önünde hesap verecekler.” diyordu. Kör topal giden çözüm süreci ile kendi adayını çıkaran kandil Selahattin Demirtaş’ı aday yaparken, Chp ve Mhp ise çatı aday olarak Ekmek için Ekmeleddin diyordu. Sadece bu iki parti değil, Büyük Birlik Partisi, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti, Doğruyol Partisi.. İşte yine bir 6lı masa ! Erdoğan %52 oy alarak Abdullah Gül’den kurtulmanın sevincini yaşıyordu.. Emine hanım dahil herkes mutluydu.. Demirtaş ise 4 M oy almıştı.. 2015 genel seçimleri için bu, önemli bir gösterge idi.. Kuşkusuz bunda Ekmeleddin Bey’e soğuk bakan Chp’li seçmenin de etkisi vardı..
Suriye’de işler daha da karışmış, Abd işid diye yeni bir tezgah kurmuştu, Avrupa ve Asya’da ne kadar “sakıncalı” Müslüman varsa hepsini el birliğiyle çaktırmadan cepheye sürüyorlar, orada da öldürüp temizliyorlardı.. Abd, Avrupa, Asya, Rusya kendi içindeki “sakıncalı radikalleri” böylece temizlemişti hem de bölgede kurmak istediği yeni düzen için kontrolsüz bir korku da salıyordu.. Bu korkudan ypg de nasibini almıştı, Ayn El-Arab, yani onların kobani dediği yerde sıkışmışlar, hepsi ölmek üzereyken bir koridor açın da kurtulsunlar diyorlardı TC hükümetine.. Ortalığı karıştırmışlar 6-8 Ekim olaylarında yakmışlar yıkmışlardı, gezinin çocukları ile kandilin çocukları yıkıp yakmayı seviyordu.. Hak aramak ancak böyle mümkündü onlara göre ! Sonra da kan ter içinde aman durun diyordu TV karşısında.. Bugün koğuşta yatan Demirtaş o günlerden sabıkalıydı artık.. Bu olaylardan sonra 27 Ekim tarihinde dönemin hükümet sözcüsü Bülent Arınç “çözüm sürecine mecbur ve mahkûm değiliz” derken, Demirtaş ise, 5 Kasım tarihinde çözüm sürecinin Öcalan ya da Hükûmet, “bitti.” demedikçe devam edeceğini söylüyordu.. İki tarafta bu orta oyununda perdeyi indiren taraf gözükmek istemiyordu belli ki..
Türkiye’de her yıl maalesef birçok iş kazası oluyor, ama bu seferki başkaydı, Manisa Soma’da 301 madenci can vermişti. Eylemlerde bir göstericiyi yerde tekmeleyen kişi, çok sonraları (2022) başka yerlere atanacaktı..
Bir taraftan seçimler ve Suriye olayları devam ederken, 2014 yılı içinde Paralel Devlet Yapılanması ifadesi MGK metinlerinde yer alıyor, FETÖ ile mücadele için adımlar atılmaya devam ediyordu.. Bir taraftan fetö başı gülen fehmi koru aracılığı ile ıslak imzalı barış mektupları yollarken, bir taraftan da mit tırları ifşa ediliyor, Türkiye’nin eli Suriye’de zayıflatılmaya çalışılıyordu.. 2010 de Chp başına getirilen Kılıçdaroğlu, sonrasında 2017 de “Adalet” için yürüyecekti.. Yürümeliydi.. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı 2012 ve 2013 yılları için 200.000 mahkeme kararı, 500.000 dinleme yapıldığını resmi ağızdan söylüyor, bunlar resmi yasal olanları diyordu..
2015.. Yılın hemen başında Bank Asya’ya TMSF el koydu.. Fetö ile mücadele bir taraftan devam ederken, yılın gündemi ise seçimdi.. Erdoğan artık cumhurbaşkanı ve başbakan ise Davutoğlu.. Genel seçimlere bu kadrolarla girilecekti. Haziran 2015 genel seçimlerinde HDP %13 oy almıştı. Kürtlerin oyu Ak Parti’den HDP‘ye kaydığı gibi, milliyetçilerin oyu da yine Ak Parti’den MHP’ye kaymıştı. Özetle çözüm sürecinin sonu siyasi olarak da gözükmüştü, bu süreç Kandil’i değil Ak partiyi ve hatta ülkeyi çözüyordu ! Ak parti ilk defa tek başına iktidar olamamış, çözüm sürecinin bedelini siyasi olarak ödemişti. Burada bir yol haritası değişikliği şarttı.. Yılın hemen başında gerçekleşen Dolmabahçe görüşmeleri siyaseten Ak partiyi zora sokmuştu. Aynı masada ellerinde kağıtlarla görüntü vermek, tabana anlatılabilecek bir durum değildi.. Seçim öncesi Ahmet Hakan, canlı yayında Demirtaş’ın elinden bağlama dinliyor, çözümün prensi Demirtaş, parlatılıyordu.. Hdp’nin seçim zaferi, seçmenlerini cesaretlendirmiş, çözüm sürecinde “zafer” onlar için yaklaşmıştı..
Çözüm sürecinin bitmesi gerekiyordu. Bir taraftan Davutoğlu “hükümet kurmaya” çalışıyorken, öte taraftan Erdoğan ise “oyunu” baştan kuruyordu. Tam da bu süreçte seçimden sonra temmuz ayında Şanlıurfa’da 2 polis susturuculu tabanca ile başlarından vurulmuş olarak bulundu. Dava içeriği okunduğunda hiçbir şey anlamayacağınıza ve bu nedenle çok şey anlayacağınıza da emin olabilirsiniz.. Önce pkk dediler, sonra pkk biz yapmadık dedi, ihbar edenler bulunamadı, hts kayıtları kayboldu, evde bir sürü parmak izleri bulundu, kimlikleri tespit olunamadı, dava faili meçhul kaldı davaya bakan hakim de sonraları fetöcü oldu.. Sonuçta çözüm süreci bu iki “görev şehidi” ile bitti..
Bu atmosferde girilen Kasım 2015 seçimlerinde HDP ve MHP oyları azalırken Ak Parti Haziran seçimlerine göre milletvekili sayısını neredeyse 60 arttırarak yine tek başına iktidar olmuştu. Bu süreçten sonra Türkiye’de etkisini hala gösteren siyasi bir birliktelik başlayacaktı. Mhp’nin düşen oyları Meral Akşener Ümit Özdağ gibi isimleri rahatsız etmiş ve Bahçeliye bırak demişler, Bahçeli ise bu isimleri güç bela ihraç edebilmiş, koltuğu koruyabilmişti..
Devlet bir şeyi denemiş, ancak başaramamıştı, üstelik zor bir şeyi denemişti..
Her zaferin bir bedeli olacaktı. Seçimden sonra Kasım 2015 de Rus uçağını düşürdük, Davutoğlu talimatı ben verdim ben diye haykırıyordu.. Haziran 2012’de Suriye, uluslararası hava sahasında bizim uçağımızı haksız yere düşürürken soğukkanlı kalabilmiştik oysa? İlk başta kulağa hoş geliyordu, Rus uçağı düşürebilmek gururumuzu okşuyordu, ancak bunca sıkıntı içinde bir de Rus ayısıyla da dövüşecek güçte miydik? Değildik.. 2020 İdlib’de onlar da bizim 34 askerimizi uçaklarla bombalayarak şehit etti. Ödeştik ! Gık diyemedik..
Önce adına hendek daha sonra ise tarihsel geçmişi de görerek hükümet tarafının çukur eylemleri dediği eylemler başladı, yüzlerce asker şehit oldu, lakin vatan toprağı temizlendi.. Devletin terör politikası o tarihten sonra hiç değişmedi, eskisi gibi yapılacaktı, öldüre öldüre nihayetinde bitecekti..
2016‘dayız.. Zor bir ülkeyiz değil mi ? Hem de çok zor.. Yazarken bazen koltuktan kalkıp dolaşıp geliyorum, derin bir nefes alıyorum.. Çünkü burası yani Anadolu, yani İstanbul, medeniyetlerin, tarihlerin, coğrafyaların, kanların ve canların kesiştiği yer.. Burada yaşamak hep zordu, var olmak da öyle.. Zor bir yıla giriş yapıyoruz, biraz daha soluklanalım.. Keşke çayımızı kahvemizi alıp yudumlayarak okuyabileceğimiz bir yazı olsa, bir geçmiş, bir tarih olsa.. Ama değil.. Hiç olmadı..
2016 yılını elbette 15 Temmuz ve diğerleri olarak iki başlık altında toparlamak daha doğru olacaktır.
Bu yıl bombaların yılıydı. Sultanahmet’te, Ankara Devlet mahallesinde, Ankara Güven Park’ta, Atatürk havalimanında, Vodafone park stadında, Fatih Vezneciler’de, Gaziantep’te, Bahçelievler’de, İstiklal Caddesi’nde ve 1 Ocak 2017’de İstanbul Reina’da olmak üzere kimi 15 temmuzdan önce, kimi sonra olmak üzere, toplamda 300’den fazla asker, polis ve sivilin hayatını kaybettiği bombalı saldırılar oldu..
İçerdeki hainler ve dışardaki düşmanlar var gücüyle yükleniyordu..
Bir başka önemli olay ise, bilinen adıyla 1 Mayıs pelikan dosyası ve Davutoğlu’nun istifa etmesi, yerine Binali Yıldırım’ın gelmesiyle noktalanan süreçti.. 4 Mayıs günü Erdoğan ile Davutoğlu’nun Beştepe’de yaptıkları görüşme sonrasında bu tablo ortaya çıkmıştı. Kılıçdaroğlu bu durumu 4 Mayıs saray darbesi olarak tanımlayacak, “Demokrasi adına Davutoğlu’nu savunmak bize düştü. AK Parti’nin bütün kadrolarının darbeyi kabullenmiş olması acı verici tablodur. Demokrasilerde darbeler desteklenmez direnilir. Davutoğlu maalesef bunu yerine getirememiştir. 4 Mayıs darbesi AK Parti iç sorunu değildir. Hükümete karşı yapılmıştır. Darbeyi yapanlar şunu unutmasınlar CHP olduğu sürece amaçlarına ulaşamayacaklar. Darbecileri yeneceğiz.” diyecekti. HDP’ye yakınlığı ile bilinen Sezgin Tanrıkulu ise, Davutoğlu dönemini Türkiye’nin en kanlı 21 ayı olarak ifade edecekti.
Binali Yıldırım’ın Ak Parti Genel Başkanı ve başbakan olması ile nihayet, sessiz, sakin, bu geçiş sürecinde “uslu” duracak olan bir başbakan bulunmuştu. Artık başkanlık sistemi gelmişti.. Fiili durum bunu gösteriyordu.. Nitekim Aralık 2016’da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi meclise geldi ve görüşmeler başladı.
24 Ağustos 2016’da yani darbeden çok kısa bir zaman sonra Fırat Kalkanı Harekatı başlamıştı. TSK artık daha güçlüydü! ve ordu boş bırakmaya gelmezdi ! Bu harekat kapsamında 2.000 km2 lik bir alan güvenli bir bölge haline getirilmiş, temizlenmişti.
Gelelim 15 Temmuz’a.. Detayını zaten birçok yerden okuyabilirsiniz.. Ama 15 Temmuz şu idi..
Erdoğan Fetö yandaşlarını, saf temiz taban dediği kesimi bir türlü kopartmayı başaramamıştı, bundan ötürü de fetö ile mücadele zar zor ilerliyor, büyük kopmalar ayrışmalar bir türlü gerçekleşmiyor, insanları, bu örgütün ülkeye zerre katkısı olmadığı konusunda ikna edemiyordu. Bırakın insanları partisi içinde bile bu süreç kolay ilerlemiyordu.. Yargıda istenilen sonuçların alınamadığı, kararları veren hakimlerin de fetöcü olmasından belliydi !
Fetö ise yapabileceği en büyük yanlışı yaparak Erdoğan ile mücadeleyi askeri alana çekmeyi çoktan kafaya koymuş, bu işi kanlı çözmeyi planlamış, masada bu karar ile aylar öncesinden hazırlıklara başlamıştı.. Oysa aslında kendini imha etmeyi seçmişti.. Elbette sonunda milletin meydanlara ineceğini düşünmemiş, 50-100 kişiyi birkaç saat içinde toparlar işi bitiririz diye planlamışlardı. Ancak öyle olmadı. Devlet aklı elbette bu darbeyi biliyordu, en kötü ihtimalle o günün sabahında öğrenmişti, beyanlar da bu yöndeydi..
Yukarda yazdığım gerekçelerle devlet, fetö belasından ülkeyi tam manasıyla kurtarmak, bunların tüm pis yüzlerini tüm vatandaşların görmesini sağlamak için, darbe girişimi başlamadan bunu kısa ve seri bir şekilde sonlandıracak eylemlerde bulunmamışlardı. Canlı yayınlara çıkıp, darbe istihbaratı aldık, tüm birimler tüm ordular kimse yerinden kıpırdamasın, ey vatandaşım, siz de temkinli olun, fırsat vermeyin dememişti.. İltihabı vücuttan atmak için bu gerekliydi.. Darbe girişimi saatinin ise gece vaktinden akşam saat 9-10 gibi bir saate çekilmesi ise “Allah’ın hikmetiydi”. Ve Adil Öksüz, ahh Adil Öksüz ???
Nihayetinde o parti bu parti demeden bu ülkeyi vatan edinmiş bir millet, meydanlara inmiş, bu alçaklara fırsat vermemiş ve bu örgütü tarihin çöplüğüne göndermiştir. Böylece Türkiye, içinde bir ur gibi tüm bünyeyi 40 yıldır sarmış olan büyük bir Truva atından kurtulmuştur. Abd, Türkiye’deki aparatlarından birini kaybetmiştir.
Bu sefer Onların Çocukları kazanamamıştır..
Evet belki başlarda yol arkadaşı gibiydiler ama işin aslı hiç öyle değildi, iki taraf da en başından beri bunun böyle olduğunu biliyor, birbirinden beslenen canlılar gibi fayda ilişkisi üzerine ilerliyordu.. Onlarınki olsa olsa zoraki bir evlilikti.. Fetö elebaşı, darbe sonrası vermiş olduğu bir mülakatta, Erdoğan’ın parti kurmadan önce yanına geldiğini, kendisiyle fikir alışverişi yaptığını ve dönüşte asansörde yanındakine “Evvela bunların hakkından gelmek lazım” dediğini aktarıyor..
Yani aslında ne oldu ? Erdoğan 2002 de hükümete geldiğinde hocası Erbakan’ın “hatalarını” yapmadı, basında, yargıda, bürokraside, askeriyede, iş adamları arasında, kısacası her alanda yetişmiş ve devlet içine çöreklenmiş fetö kadroları ile beslendi, güçlendi, fetöyle birlikte diğer unsurlarla mücadele etti bu şekilde birçok kazanım elde etti ve en son nihayet sıra fetöye geldi.. Belki evvela değil ama en nihayetinde bunların da hakkından geldi..
Vatan sağ olsun !
Erdoğan gerçekten büyük bir lider.. Eksiği fazlası, doğrusu ve yanlışı ile.. Bunu bir kez daha gösterdi, yıllardır kimsenin cesaret edemediğini yaptı, başardı.. Halının altına süpürmedi, üstüne gitti.. Ülkesini seven gerçek bir sol görüşlü vatandaş dahi, hiçbir şey yapmasa bile en azından bizi bunlardan kurtardı dedi, diyebildi.. Hiç kuşkusuz bu başarının önünde, arkasında temelinde ve çatısında 251 şehidin ve yüzlerce gazinin kanı var !
Sonraki süreçlerde sapla samanın karıştığı da oldu, normaldi de.. Böylesine büyük bir ihanet şebekesinin üzerine giderken, devletin o ilk anki sıcak refleksi ile kurunun yanında yaş da yanacaktı..
15 Temmuz’un hemen ardından çıkan KHK’larla devlet hızlı bir refleks gösterdi, göstermeliydi, tüm vatandaşlarının desteği yanındayken, diz çökmüş olan bu illetin kökünü kurutmak için dakikalar dahi önemliydi..
Ancak her iyinin yanında kötü de oluyor elbet.. Fetö borsaları gibi can acıtıcı şeyler duymak da herkesi üzdü yaraladı.. Büyükbaşlar ortalıkta gezerken, çay satan simit satanlara gidilmesi de bu mücadeleye ciddi gölge düşürdü.. Hatta sulandırdı.. Her zamanki gibi, yine siyasetçiler en az kayıpla bu cendereden çıkmışlardı !
Efkan Ala gitti, Süleyman Soylu geldi, bu da 15 Temmuz sonrasının getirdiklerindendi.. Türkiye tarihinin en büyük mitingi de yine 15 Temmuz sonrası Yenikapı’da yapıldı.. Demokrasi nöbetleri tutuldu.. Bir köpeği bağlarsın da tasmasından tutarsın ya kıpırdamasın diye.. İşte tam öyleydi.. Yine de ara ara havlıyordu..
Rusya büyükelçisi Andrey Karlov öldürülmüştü, Aralık 2016’da..
Sene 2017, bu kadar şey anlatırken, devlet bir taraftan da yatırımlara devam ediyordu, bu tarihsel akış içinde Osmangazi Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Marmaray, Avrasya Tüneli, İstanbul Havalimanı, Akkuyu Nükleer Enerji Santrali gibi birçok eser, yapıldı, yapılıyordu.. Türkiye’de ülkeyi hükümet etmek, bisiklete binmek gibi bir şey.. Durursan düşersin, bu nedenle durmak yok yola devam..
Nisan 2017 de referandum yapıldı, artık parlamenter sistem gidiyor, yerine başkanlık modeli geliyordu, halkın %50+1’den fazlası, gelsin başkanlık demişti..
Mayıs 2017’de Trump, Sisi ve Selman küreye ellerini koymuş dünyaya poz veriyordu.. Trump küreyi sahiplenmek için tutarken, diğer ikisi de küre düşmesin diye destek veriyordu !
2017 yılında İstanbul, Ankara, Bursa başta olmak üzere bazı illerin belediye başkanları istifa ettirildi.
İstanbul’un Kadir abisi “İnsan her şeyi affeder, adam yerine koyulmamayı affetmez” ve “Hatayla ihanet birbirine karıştırılmamalı” diyordu giderken..
Melih Gökçek ise, “Ben istifa etmezsem, inandığımız umutlara haksızlık olur diye endişe ediyorum. Başarısız olduğumu düşündüğüm için değil, yorgun olduğumu düşündüğüm için değil ya da herhangi bir başka kaygı nedeniyle değil, sadece ve sadece ülkemi lider ülke yapacağına inandığım Recep Tayyip Erdoğan’ın talebini yerine getiriyorum.” demişti.
Ekim’de İyi Parti kurulmuştu.. Ak Partiyle artık neredeyse her konuda aynı düşünecek olan MHP, başkanlık sisteminin de gelmesiyle birlikte, iktidar değil, iktidar ortağı olmayı seçmişti. Başkanlık sisteminin kilidini açan Bahçeli, anahtarı da Erdoğan’a vermemiş, cebine koymuştu..
Abd’de Halk bankası genel müdür yardımcı Hakan Atilla tutuklanmıştı, akabinde, Erdoğan Mayıs ayında Abd’de Trump ile ilk yüz yüze görüşmesini gerçekleştirirken, görüşmede Fetönün iadesi ve Suriye’de Ypg’ye verilen destekler ele alındı.
Trump, Aralık ayında ise Kudüs’ü resmi başkent tanımanın zamanının geldiğini söylüyordu.
2018 yılı, Ocak 2018 de Zeytin Dalı harekatı başladı, bu hareket sonucunda yaklaşık 2.000 km2 alanda daha temizlik yapıldı, güvenli bölgeler oluşturuldu.
Şubat ayında hiçbir siyasi başarısı olmayan İstanbul’da aday olup kazanamayan, hiçbir seçimde kazanamayan, Muharrem İnce’nin dediği gibi “çıkmışsın yenmiş, yenmiş de yenmiş” dediği Kılıçdaroğlu, partisine 5. kez genel başkan oluyordu. Tabanı belli ki memnundu !
Bu ülke seçimlerin ülkesi.. Yine bir seçim.. Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimleri.. İlk defa cumhurbaşkanı, 50+1’e mahkumdu, yani MHP’ye..
Başkanlık sistemi sonrası, ülke gizli yahut açık ittifaklar ülkesi olacaktı, amaçlanan belki de en sonunda ülkeyi 2 partiye düşürmek, siyaseti iki parti ile yapmaktı ??
Ak parti %42.5 ile birinci parti olmuş, millet ittifakı kaybetmişti. Erdoğan ise, %52,5 alarak bu sefer de Muharrem İnce’yi yenmişti.. Seçim ilk turda bitmiş, başkanlık sistemi ilk denemesinde çalışmıştı.. Yani hem başkan hem de meclis aynı partidendi..
9 Temmuz’da Erdoğan resmen başkan olarak göreve başladı, 19 Temmuz’da ise darbeden hemen sonra koyulan OHAL kaldırıldı.
Ağustos ayında papaz krizi yaşandı, al papazı ver papazı dedik, onlar papazlarını aldı, ama biz hiçbir şey alamadık, üstelik doları zıplattık, ekonomiyi hoplattık.. Sahi, dik duracağız ama diklenmeyeceğiz demenin manası neydi ?
Erdoğan “Bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsınız.” dedi ama Trump aldı. Erdoğan çoğu zaman, gücü kadar değil, çok fazlası kadar kelime kullanıyor.. Dış politikadaki rakiplerin Kılıçdaroğlu değil..
Ekim 2018’de Cemal Kaşıkçı İstanbul’da Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda yok edildi, buradan siyasi bir kazanım sağlar mıyız dedik, delilleri toparladık, suçluları aradık ettik ama tek kazandığımız 2022 de Erdoğan’ın umre ziyareti oldu..
2019.. Yine seçim.. Bu sefer yerel.. Mart 2019 da yerel seçimler var, Binali Yıldırım, son başbakan, meclis başkanlığından da istifa etti, İstanbul’un adayı oydu..
Ankara, İstanbul, Antalya, birçok büyükşehir bu sefer gitmişti, Erdoğan her ne kadar seçimden birinci parti biz çıktık, kayıp yok dese de, daha sonraları evet başkanlıkları kaybettik ama meclis bizde, bu da önemli diyecekti..
Üstelik İstanbul ilk başta 13 bin oy farkla, yani sandık başına 1 oy bile olmayan bir farkla kaybediliyordu.. Sandıklara sahip çıkmayan Ak Parti bedelini ödemişti, Chp ve Hdp iyi örgütlenmiş, sandık sandık başkanlığı almıştı, üstelik tekrar edilen seçimlerde ise fark 800 bin olmuş, seçmenler Ak Partiye, kaybetmesini de öğren bizlere saygı duy demişti..
Ağustos ayında Diyarbakır, Van, Mardin belediyelerine kayyum atanmış, Ekim ayında da Barış Pınarı harekatı başlatılmıştı. Fetöyü bitiren Erdoğan, pkkyı da bitirebilecek miydi ?
9 Ekim günü Trump Erdoğan’a yazmış olduğu mektupta şöyle diyordu. ( Bu mektup daha sonra imzalı hali ile basına da yansıyacaktı)
Sayın Başkan,
İyi bir anlaşmaya varalım! Binlerce insanın katledilmesinden sorumlu olmak istemezsiniz ve ben de Türk ekonomisini mahvetmekten sorumlu olmak istemem – ki bunu yaparım. Rahip Brunson sırasında size zaten bunun küçük bir örneğini gösterdim.
Bazı sorunlarınızı çözmek için çok çalıştım. Dünyayı hayal kırıklığına uğratmayın. İyi bir anlaşma yapabilirsiniz. [SDG Genel Komutanı] General Mazlum sizinle müzakere etmeye istekli ve geçmişte asla vermeyecekleri tavizleri vermeye de istekli. Onun bana yazdığı, benim yeni aldığım mektubun bir kopyasını size gönderiyorum.
Bu işi doğru ve insancıl bir şekilde hallederseniz, tarih sizi iyi hatırlayacaktır. İyi şeyler yaşanmazsa, tarih sizi sonsuza dek bir şeytan olarak hatırlar. Sert adam olma. Aptallık etme!
Seni daha sonra arayacağım…
Erdoğan mektuba cevabı 10 Ekim sabahı şafak vakti başlayan Barış Pınarı harekatıyla verecekti. Bu harekâtta kısa bir süre içinde çok ciddi bir ilerleme kaydedilmiş, hem Abd, hem de Rusya harekatın durması için derhal girişimlerde bulunmuşlardır. Bu kapsamda Abd ile Ankara Mutabakatı Rusya ile de Soçi Mutabakatı imza edilecekti. Her iki anlaşma metninde de mevcut durumda operasyon bölgesi genişliği ve 32 km derinliğinde Suriye güçleri çekilecek, bölge temiz güvenli hale getirilecekti.
S-400’ler de 2019 yılı içinde Türkiye’ye teslim edilmeye başlandı, Abd buna karşılık bizi F-35 programından çıkardı, uçakları alamadığımız gibi, parasını da iade alamadık.. S-400’lerin ülkeye gelişi TV’lerden canlı yayınlanıyor, vatandaşa yine bol bol moral yükleniyordu !
Aralık 2019, Davutoğlu ve ekibi, Gelecek Partisi’ni de Türkiye Siyasi Partiler tarihine ekledi. Böylece 6 ayağı olacak olan masanın bir ayağı da kurulmuş olmuştu. Geçmişte şöyle demişti böyle demişti demiyorum, çünkü siyasette geçmiş yoktur..
2020 yılı aslında geneli itibarı ile COVID yılıydı, gündemin büyük bölümü COVID salgını ile geçerken, siyasi arenaya ise virüs bulaşmamıştı.
Şubat ayı başında Bahar Kalkanı harekatı başlatıldı. Bu harekatta daha önce rus uçak krizinde de belirttiğimiz üzere 34 askerimiz Rus ve Suriye uçaklarının saldırısı ile şehit oldu.. Devamında karşı saldırılar yapıldı, 1 Mart tarihinde 2 Suriye uçağı düşürüldü, yine 3 Mart tarihinde bir Suriye uçağı daha düşürülmüş, bu süreçte başka hedefler de ateş altına alınarak 5 Mart tarihinde Moskova’ya giden Erdoğan’la Putin Moskova mutabakatını imza etmişlerdir. Buna göre İdlib’de güvenli bölge oluşturulması ve güvenlik koridorları ve ortak devriyelerin yapılması amaçlanmıştır.
Buradaki görüşmede Putin “Ölen askerleriniz için bir defa daha içten başsağlığı dileklerimi iletmek isterim. İnsanların ölmesi her daim çok büyük bir trajedidir. Size telefon görüşmemizde de söylediğim gibi, maalesef Suriye askerleri de dahil hiç kimse Türk askerlerinin o anda bulundukları yeri bilmiyordu” diyordu nazikçe..
DEVA partisi, Mart ayının hemen başında kurulmuş, Ali Babacan ve ekibi, ekonomiyi ben düzeltirim, benim zamanımda böyleydi, bakın şimdi de böyle oldu, tekrar beni seçin, eski günlere dönelim diyecekti özetle.. Siyaset sahnesinde artık o da vardı..
Davutoğlu’nun partisinden daha büyük heyecan yarattı.. Davutoğlu Ak partililerin gözünde, partiyi içerden hançerleyen, Erdoğan’ın kuyusunu kazan kişi olarak bilinçlerimize işletilmişti. Bu manada Ali Babacan daha samimi daha sempatik gelecekti, amma ta ki bir yere kadar.. Allah’ın işi ya işte, bir insan kendi kendini nasıl yok eder, benim gözümde işte bu açıklama ile;
Ne diyordu Ali Babacan; Ak partide görevliyken, Abdullah Gül’ün adaylık sürecinde görünürde değildim ama çalışmaların tam göbeğindeydim.. Halk TV’de yayınlayan söyleyişi de Babacan’ın ağzındaki baklayı çıkartan İsmail Saymaz ise, çok iyi çok iyi, sırlarınızı döktünüz ortaya diyordu.. İşte bu tablo her şeyi anlatıyordu.. Türkiye’de siyaset acımasızdı.. Vicdansızdı.. Erdoğan’dan vefa bekleyenler yanlış duraktaydı..
11 Mart ayında COVID ilk kez Türkiye’de görülmüş, sıkı tedbirler alınmaya başlanmıştı.
10 Nisan 2020 de ise, sokağa çıkma yasağı ve bu süreçte yaşanan karmaşa nedeniyle Soylu görevinden istifa ettiğini açıklamış, ancak bu istifa kabul görmemişti. Sokaklarda Soylu lehine sloganlar atılmış, sosyal medya da Soylu için aman gitme, yapma etme cümleleri kuruluyordu.. Erdoğan bunu mutlaka bir kenara not etmişti ! Biri istifa bile edecekse, ona da Erdoğan karar vermeliydi..
Öyle ya, Erdoğan 2017’de büyükşehir başkanlarının istifa ettirildiği dönemde
Sosyal medya hesapları veya kimi köşe yazarları üzerinden başlatılan tartışmalarda, birilerinin şahsımın adına adeta racon kestiği anlaşılıyor. Eğer racon kesilecekse bu raconu bizzat kendim keserim.
diyordu..
2019’da başlayan Pençe’ler 2020 de de hız kesmeden devam ediyor, düşmanı pençe darbeleri ile yaralayan TSK, tümüyle etkisiz hale getirmek için çalışmalarına ara vermiyordu.. Devletin çözüm süreci sonrası 2015 de başlattığı süreç başladığı şekilde ilerliyor.. Allah ordumuzun ayağına taş değdirmesin..
Hocasının yapmak istedikleri arasında olup da yapılamayan önemli bir şey ise Ayasofya konusu idi.. Bir nesil bu motivasyonla büyümüştü.. Temmuz 2020 de artık vakti zamanı gelmiş olmalı ki, Ayasofya artık müze değil, onu bizlere vakfeden Sultan Mehmet’in teslim ettiği şekli ile cami idi.. Umulur ki Fatih Sultan Mehmet’in laneti üzerimizden kalkmış olsun..
Ağustos ayında Karadeniz’de 320 milyar metreküplük doğalgaz rezervi bulunduğu açıklandı. Bu; varsa mutlaka bulacağız sinerjisinin önemli bir sonucuydu..
27 Eylül ve sonrası 45 günlük çatışmalarda 30 yılı aşkın sorun çözülmüş, Azerbaycan hakkı olan topraklara kavuşmuştu. Türkiye için en önemli kazanımlardan biri, doğrudan kara bağlantısının sağlanacak olması ve İHA-SİHA’ların sunmuş olduğu büyük katkı sonucunda dünya çapında getirdiği sesti..
8 Kasım’da instagram hesabından istifa ettiğini duyuran Berat Albayrak’ın istifa edip etmediği 24 saat konuşulmuş, nihayetinde Erdoğan tarafından bir gün sonra istifası kabul edilmiştir. Berat Albayrak, yani bilinen diğer adıyla damat, 27 Kasım’da varlık fonundaki görevinden de istifa etmiş ve siyasi hayatı böylece noktalanmıştır. Diğer damat ise, sevilmekte, beğenilmekte, yaptıkları ile ülkenin bir değeri olarak vatandaşların gönlünde büyük yer etmektedir. Birisi vaat ediyor, diğeri ise tatbik ediyordu.
2021 yılı Türkiye’nin alışılageldik hareketli yıllarına nazaran biraz daha sakindi.. (Ekonomiye ayrıca değineceğiz) Kuzey Irak bölgesindeki Pençe operasyonları bu dönemde de hız kesmeden devam etti. Bu operasyonlar esnasında bir mağarada 5 yılı aşkın süredir alıkoyulan bir kısmı asker 13 kişi teröristlerce öldürüldü. Kurtarma operasyonu başarısızlıkla sonuçlandı..
Fetö truvası kaybolduktan sonra, Türkiye içinde bombalamalar, patlamalar, terör eylemleri önemli ölçüde azaldı. Bu önemli bir göstergeydi.. Güçlenen TSK, yurtiçi operasyonlarına devam etmekle birlikte yurt dışı nokta operasyonlara ağırlık verdi..
COVID etkileri hala devam ediyor, gelmeye başlayan aşılar ise aşı tartışmaları arasında insanlara yapılıyordu.. Aşı iyi miydi, kötü müydü, yoksa artık robot mu olmuştuk tartışmalarıyla ilerledik.. 15 milyon vaka çok yaklaşık 100 bin ölüm ile süreç zayıf haliyle ülkemizde devam ediyor..
20 Mart tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye tarafı feshedilmiş oldu. Hükümete yakın KADEM Derneği sözleşmeyi savunmuş, ama siyasetin rüzgarına karşı duramamıştı. Karşı çıkanlar neden karşı çıktığını, savunanlar neden savunduğunu biliyor muydu ? Kaç kişi sözleşmeyi açıp okumuş yorumlamıştı.. Ülkemizde siyaseten bir rüzgar esti mi, derhal tarafını seçip pozisyon almak zorundasındır, gri alanlarda kalırsan bu fırtınada boğulur gidersin. Bu nedenle bir kısım cemaat ve medya ile birkaç partinin estirdiği rüzgar karşısında siyaseten Ak parti de tercihini yaptı, önce imzaladığı şeyi şimdi ise reddetti.
Yazıyı yazarken açıp okuma gereği duydum, neymiş bu İstanbul sözleşmesi diye.. Konudan anladığım şu, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transseksüel, yani kız kıza, erkek erkeğe, herkes herkese, bir taraftan ötekine) türevi oluşumlar kendi haklarını savunmak için bu sözleşmeyi referans almaya başlayınca, bilindik muhalif sol gruplar da bu sözleşmeyi kendi anayasa maddelerinden biri gibi görüp sahiplenmeye başlayınca, sözleşme siyasi bir argüman oluverdi.. Aslında benim de okuduğumda LGBT destekçisi bir mana yahut dayanağı ancak zorlayarak çıkarabildiğim bu sözleşme, ülke tarihindeki yerini aldı..
Temmuz-Ağustos aylarında Türkiye’nin en büyük orman yangınları yaşandı. Hükümet hazırlıksız yakalandı diye eleştirildi. Türkiye’de ortalama yıllık 20.000 hektar alan yanarken, bu yıl bu rakam 150.000 hektarın üzerine çıktı.. Genel olarak ormanlaşma konusunda Türkiye ciddi bir yol aldı, ama bunca basın medya gücüne rağmen bunu bir türlü anlatamadı.. Yanan yerler imara açılmayacak cümlesine ise birçok kişi inanmıyor..
Bu yıl içinde Paris İklim Anlaşması mecliste onaylandı, çevre şehircilik bakanlığı ayrıca iklim bakanlığı da oldu. Bir iç deniz olan Marmara denizini adım adım ölüme terk ediyorken, koruyamıyorken, dünyayı ve iklimini korumaya niyetlenmiştik.. Şarıl şarıl akan fabrika atıklarını durdurabilecek miydik ?
Covid salgını sonrası dünyada üretim tedarik lojistik hammadde gibi birçok alanda düzen bozuldu. Böyle olunca da ne mi oldu, zayıf zayıfladı, güçlü daha da güçlendi..
Türkiye düşük faiz, yüksek kur, bol ihracat yani Türkiye ekonomi modeli ile süreci ilerleteceğim dedi. Bu uğurda nice bakanlar geldi gitti. Dikiş tutturulamadı. Faiz sebep, enflasyon sonuç tezi üzerine ülke, bir ekonomi kayığına binmişti.. NAS ortada idi.. Oysa NAS, çok daha önemli ve toplumun neredeyse tümünü bağlayıcı şeyleri de kapsıyordu.. Adalet, yolsuzluk, yetim hakkı, kul hakkı gibi şeyler..
Konudan bağımsız ama sanırım yeri geldi ve söylemek de gerekiyor.. NAS dedik ya hani, konuşalım biraz.. Bu ülkenin dini ahlaki değerleri en çok bu hükümet döneminde bozuldu.. Maksat hasıl oldu sanırım, devam edebiliriz..
Çin’in dünya tarafından kısmen cezalandırılması, navlun fiyatlarının yükselmesi, Türkiye’nin salgın sürecinde ve sonrasında üretim faaliyetlerinin hızlıca yeniden hareketlenmesi gibi faktörlerle, Türkiye’de iş yapan ihracatçılar dünyaya ürün yetiştiremez oldu. Ürünler dışarı gidince, içerde de fiyatlar yükseldi, yükselmeye başladı. Fiyatlar sadece talep bazlı değil, hammaddelere gelen zamlarla da artıyordu. Esnaf olmayan tüccarlar da vardı elbet buna katkı sunan, birazdan değineceğim..
Dünya’da ve daha çok Türkiye’de göç işi konuşulmaya devam ediyordu.. Zenginle fakir arasındaki makasın açılması, sermaye ve refahın dünyanın belli noktalarında toplanması ve diğer alanların sömürü rezervi olarak tutulması sonucu kavimler göçü doğudan batıya ve güneyden kuzeye doğru küresel manada devam ediyor, göç yollarının başında ise Türkiye yer alıyordu.. Hükümet yanlısı gazeteciler, göç işini var gücüyle savunmaya çalışırken, muhalif taraf ise meyvesini vermiş, Ümit Özdağ liderliğinde Zafer Partisi’ni doğurmuştu.. Siyaseten Sn. Özdağ burada bir boşluk görmüş olacak ki buradan ilerliyordu.. Lakin %51 için çok daha fazlasına ihtiyaç var..
Belki göçe karşı olabilirsiniz ama göçe karşı duramazsınız, bu doğal suyun bir yerden bir yere akması gibi bir şey.. Dünyaya refahı ve adaleti yaymadıkça bu hep olacak.. Türkiye, ülkesine gelenleri silahla vuracak, botlarını patlatacak bir ülke değildir. Buna tarihi izin vermez.. Ancak Türkiye, yol geçen hanı da değildir. Düzensiz göç, kontrollü göç ve göçün yönetilmesi konuları Türkiye’nin yapamadığı ev ödevidir.
Dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu önderliğinde Aralık 2013’te imzalanıp Ekim 2014’te yürürlüğe giren geri kabul anlaşması ile, giden de bizim gelen de bizim diyecektik. Hatta gel, ne olursan ol gel diyecektik. Davutoğlu Konya’lı idi.. Ağzımıza vize ve € balı sürülmüş ama balın tadını bile alamamıştık. Türkiye kandırılmaya alışkındı, yine kandırılmıştı..
2021 yılı sonlarına doğru ise, ülkede yoğun bir dolarizasyon yaşandı. Faizler indi, reel faiz daha da eksi oldu, parasını korumak isteyen dövize geçti, parayla para kazanmak isteyenler de oldu elbet. TL’nin değer kaybetmesi ile zamlar geldi enflasyon oldu, enflasyon oldukça paranın değerini korumak için daha çok dolar alındı, daire konut arsa alındı, bir anda konut stoku bitiverdi, kiralar uçtu, arsalar kaçtı, artmayan tek şey, sade vatandaşın, sabit gelirlinin alım gücü idi..
Esnaf olmayan tüccarın sevdiği puslu hava nihayet gelmişti.. Fahiş, açıklanamayan zamlar, karaborsa stoklar ve daha niceleri.. Örneğin elektriğe %20 zam mı geldi, yapıştır %20 zammı, yahut, mazot %30 mu zamlandı, sende fiyatını %30 arttır. Yeter ki bir şeylere biraz zam gelsin ki biz de yolumuzu bulalım demekti bu. Türkiye serbest piyasa için uygun bir ekonomi değil, çünkü Türkiye serbest bırakılmaya gelecek bir ülke değil.. Türkiye’de kanunlar uyulması için değil, delinmesi, arkasından dolaşılması için koyuluyor.. Bu dolaşanlar ise, sadece sıradan vatandaşlar değil, kimi zaman ise anayasa hukukçuları..
Sonunda sadece bazılarının bildiği aralıklardan bir günün akşamı kur korumalı mevduata geçiyoruz dedi devlet, dolar bir gece ansızın çakıldı, sonrasında yine aynı yerlerine gelecekti elbet ama, bir müddet belli bir yerlerde durmayı başarabildi.. Ancak bunların hepsi elbette geçici çözümlerdi..
Kur korumalı mevduat sonrası, hocalar da paranızı buraya yatırabilirsiniz dedi belli şartlar altında.. Cübbeli örneğin bu hususa, zararın tazminidir zaviyesinden bakıyordu..
TL’nin değerini korumaya yönelik bu tedbir açıklandığında, tamam artık, herkes TL’ye geçer , nasıl olsa 90 günlük vadelerle TL artık dolar olmuştu, bir anlamda devlet paralel dolar basmıştı.. Ama öyle olmadı, ülkenin yerleşik alışkanlığını değiştirmek kolay değildi, döviz mevduatı azalmadı.. İnsanlar ülkesinin parasına dahil Yahudi Fed’in parasına güveniyordu.. Oysaki mevduatlarda birikmiş 200 milyar dolar ile Türkiye’de yapılmayacak yatırım, çözülmeyecek sorun yoktu.. Ama güven de yoktu..
Yıllardan 2022, Şubat ayında YÖK, hani şu bir türlü kaldırılamayan, gelenin gücü eline aldığında en sevdiği kurumlardan biri olan, dedi ki, artık baraj yok. Herkes üniversiteli olsun.. Cem uzan seçim meydanlarında her ile üniversite, mazot 1 tl olacak, o şöyle bu böyle olacak dediğinde kulağa hoş geliyordu. Ancak gelinen noktada, sanayide çalışan usta, inşaatta çalışan usta, tarlada çalışan işçi, hepsi ona talimat veren amiri olan mühendisten daha çok kazanıyor. Arz talep kuralı burada da işliyor, bir şeyden çok varsa değeri de ona göre belirleniyor.. Üstelik sadece çok da değil, hem çok, hem de kalitesiz birçok.. Eğitimde niceliksel ve niteliksel bir çöküşten bahsediyoruz.. 28 Şubat’ta imam hatiplerin önü kesilmek istenirken, kurunun yanında yaş da yanmıştı. Aslında bakıyorum da, kuru kimdi yaş kim ?
Mustafa Koç gibi sanayiciler bunu çok çok önceden görmüş, meslek lisesi memleket meselesi demişti.. Devletin planlaması gereken eğitim sistemini büyük şirketler holdingler kendi planlamak zorunda kalmış, kendi ara elemanlarını yetiştirmek için kendi okullarını kendileri yapmak, tanıtmak zorunda kalmışlardı..
Şubat ayının sonunda, beklenen oluyor, Rusya Ukrayna’ya başkenti düşürecek bir kapsam ve plan dahilinde saldırıyor. Birkaç haftada bitirmeyi ve Kiev’i düşürmeyi umduğu savaş istediği gibi gitmiyor, savaş uzuyor, hala devam ediyor..
Neyse ki bu sefer Türkiye güzel bir pozisyon alıyor ve dengeli bir politika izlemeyi başarıyordu..
Gücünüz kadar kelam etmezsiniz sonuçları böyle olur.. Suriyeliye köpekle saldıran AB ise Ukraynalıya kapısını ardına kadar açıyordu..
Yıllarca sürecek bir savaş gibi durmuyor, Rusya Karadeniz kıyılarından bir parça daha koparacak, batı sınırında bir miktar daha genişleyecek, Ukrayna da boyunun ölçüsünü alacak, kaderine razı olacak.. Ab ve Abd’li dostlarını biraz da o yad edecek.
Bir ülkenin dolara karşı olan hassasiyetinin ne derece önemli olduğunu, enerjiyi elinde tutmanın ne derece önemli olduğunu bu savaş ve sonrası hamlelerde bir kez daha görmüş olduk..
Mart ayının başında, Erdoğan İsrail Cumhurbaşkanı ile Ankara’da görüştü.. Dur bakayım eskiden neler söylemişti Erdoğan İsrail hakkında diye bir arşiv taraması yapayım diye elimi Google’a attım, ama vazgeçtim.. Ne gerek var ki, bilindik şeyler işte.. Dün dündür, bugün bu gündür.. Demirel de büyük bir siyasetçi idi.. Gönül isterdi ki Erdoğan da, benim gibi İTÜ’lü olsun, Demirel gibi, Özal gibi ve elbette Erbakan gibi.. Burayı da geçelim..
Erdoğanlı Türkiye’nin dış siyasetinde en büyük sorunlardan biri şu idi.. Elinde bir koz var, açıktan, önceden söylüyor, ya da ileride bir şeyi yapacak, yapmadan söylüyor, elinde bir şey yok, ona da yok diyor, raconu kesiyor, sonra tam tersi racon kesiyor, ama efendim eskiden şöyle demiştiniz diyenlere ise bir şey diyemiyor, çünkü öyle birileri hiç olmuyor.. Ne derse desin hep Kasımpaşalı gibi diyor, böyle olunca da bizlerin gururu okşanıyor.. İstiyor ki tüm dünyada siyaset böyle yapılsın, çatır çatır konuşulsun, biriyle bir şey konuşuldu mu taraflar gereğini yapsın. Ama işte mertlik bozulalı çok oldu..
Dış siyaset, en özet hale ile ülkene küresel oyunda bir hamle kazandırma sanatı.. Bizlerin gururunu okşatacak, yahut içerideki siyasete dışarıdan güç veya moral pompalatacak bir alan değil..
Artık adımız Turkey değil Türkiye.. Hep kötü şeyler olmayacak ya, BM’nin de tescil ettiği şekliyle hindi olmaktan kurtulduk.
Bu yıl yine 15 Temmuz geldi çattı, unutmayacağız, unutturmayacağız da.. Ama bilelim ki 16 Temmuz, 15 Temmuz’dan çok daha değerli.
Bu vatan hepimizin..
Türkiye güzel bir ülke.. Kıymetini hep birlikte bilelim..
Ve kim bizi yönetirse yönetsin, sadece şunu isteyelim. Adalet..
Emin olun gerisi hep düzelecek..
Sevgi ve Saygı ile.