Göçmen (mülteci) meselesi hakkındaki kişisel görüşlerim neler?
Bu problem nasıl çözülmeli?
Sorunlar nasıl hafifletilmeli?
Yazıyı yazarken öncelikle, biz kimiz, neyi temsil ediyoruz, varlığımız neyi ifade ediyor, geçmişten gelen mirasımız nedir? Bunları bir an olsun unutmadan yazıyı kaleme alacağımı ifade etmek isterim.
Ülkelerde savaşlar artınca, siyasi gerilimler olunca yahut yaşamak maddi anlamda zorlaşınca, insanlar göç eder. Bu, binlerce yıldır böyle.
Türkiye, coğrafi konumu gereği Asya’dan ve Orta Doğu coğrafyasından, refahın daha yüksek olduğu Avrupa’ya geçmek için doğal bir “transit” yol. Tarih boyu insan hareketlerinin seyrettiği bir güzergâh.
Hem Arap baharı ile başlayan başta Suriye’deki süreç, hem Afganistan’daki Taliban gerçeği insanların göç etmesine sebep oldu. Bireysel olarak her zaman insanlar daha iyi bir yaşam için bir arayış içinde olurlar, ancak kitlesel hareketleri, bu tip olağanüstü olaylar tetikliyor.
Nerelerde hata yaptık?
Çekim merkezi olmamalıydık
Önce Suriye’den başlayan ve sonrasında Afganistan’la devam eden kitlesel göç hareketlerine irili ufaklı diğer ülkelerin de katılımı ile bu süreç daha da hızlandı. “Türkiye en kolay güzergâh” haberleri hızlıca yayıldı, bu da doğal akışın ötesinde bir hareketi ülkemize çekti.
Biz hem bir Müslüman ülke olarak hem de Türklerin tarihi mirası ele alındığında, kapıya geleni geri çevirmedik, çeviremezdik. Ama mıknatıs olmaya da gerek yoktu.
Dünyanın sorunu niye Türkiye’nin sorunu oldu
Savaşları çıkaran biz değiliz, Akdeniz’de yeni limanlara sahip olan, yeni petrol kuyularına sahip olan.. Peki bu insani yük, niye batıdaki fayda görenlere değil de bizlere kaldı? Hepimizin sorunu niye birkaç ülkenin sorunu olarak kaldı? Bunu dünyaya daha iyi anlatabilirdik. Sorunları, biraz da giriş ve “çıkış” sınır kapılarında çözebilmeliydik.
Gelenleri kayıt altına almalı, belli bir süre göz önünde tutmalıydık
Ülkeye birçok yerden kitlesel akımlar oldu. Bunlara komşu ülkeler de lojistik manada transit aracılık hizmeti sundu. Sınır hattı, Sınır kapıları ve Kıyı güvenliği noktasında daha hassas olabilirdik. Yol geçen hanı şeklinde değil de kontrollü alım sağlanmalıydı. Gelenler hızlıca şehirlerimizin mahallelerimizin, ailelerimizin arasına serpiştirilmemeliydi. Gözetlenmeli, suça yatkınlıkları tespit edilmeliydi.
Kümelenmelerine izin vermemeliydik
Doğal bir insan refleksi olarak insanlar başka bir toplum içinde azınlık olduklarında, birlikte hareket etme dürtüsü gelişir. Bu hepimiz için böyledir. Yanımızda hep bizden birileri olsun isteriz. Ama bu süreçte bu işi de yeterince kontrol edemedik, ülkeye homojen dağılım sağlanmalıydı. Neredeyse mahalle hakimiyeti kuracak bir ikamet sağlanmamalıydı.
Vatandaşlık kolay verilmemeliydi, verilmemeli
Bu konu sadece göçmen meselesi ile ilgili değil, ancak ortak bir kesişim kümesi içerdiğinden bunu da başlık olarak belirtmek istedim. Bizler, Kurtuluş Savaşı’nda, Kıbrıs çıkarmasında, darbelerde, krizlerde çokça kez bu ülkenin sıkıntılarını yaşadık., paylaştık. Bedeller ödedik. Kimi canıyla, kimisi malıyla. Bunların hiçbirini yaşamadan bizle aynı vatandaşlık haklarına sahip olmak, bir daire almak kadar kolay olmamalı. Benimle aynı dili bilmeyen, ülkenin temel hukuki kurallarını bilmeyen, ülke kültüründen bir haber olan insanlar, hiçbir sınava tabi tutulmadan, tapu dairelerinden vatandaşlık almamalı. Bir insan tapudan daire alıp, 3 gün sonra ülke yönetiminde söz sahibi olacak şekilde gidip oy verememeli. Ülke içinde belli bir zaman geçirmeli, sınavlardan, mülakatlardan geçmeli.
Evet bunlar hatalarımız, bunları en baştan yapmamalıydık, ama yaptık.
Peki şimdi ne yapmalıyız?
Bir kere, en öncesinde, göç süreci hala devam ettiği için, en azından bundan sonrasını doğru yürütmek adına, bu hataları bir daha yapmamalıyız.
Ülkenin demografik yapısının bozulmasına müsaade etmemeliyiz
Göç ile gelenlerin nüfus artış hızları ile Türkiye vatandaşlarının nüfus artış hızları arasında ciddi bir fark var. Biz farklılıklarımızla zenginiz, böylece daha da zengin olacağız!
Bu “sebepsiz zenginleşmenin” önüne geçmek için ve zenginleşmeyi kontrol altında tutmak için, ekonomiye, üretime, bilime, topluma katkısı düşük kesimi tespit edip ya bu göçmen sorununu Avrupa ile kısa sürede paylaşmalı yahut bu insanların bir kısmını kendi ülkelerinde ölüme ve açlığa terk etmeyecek alt yapıyı sağlayarak geri göndermeliyiz.
Bir insani problemin çözümü, daha büyük bir insani problem olamaz.
Bu altyapının sağlanması da yine küresel bir ortaklık gerektirdiği için, bu konuda sıklıkla diplomasi geliştirmek gerek. Yeni anlaşmalar yapmak yahut mevcut anlaşmaları gözden geçirmek gerek.
Tüm göçmenleri mi geri göndermeliyiz?
Hayır, tüm göçmenleri geri göndermemeliyiz. Ekonomi aynı zamanda nüfus ile tüketim ve üretim ile büyür. Türkiye, 2002-2013 arasındaki zenginleşmenin getirdiği ferah ve refah ile, 2018 sonrası yaşanan ve şiddeti yıllar içinde değişkenlik gösterse de hala devam ekonomik sıkıntılı tabloya kendini hala adapte edebilmiş değil.
İnsanlar o refahın getirmiş olduğu alışkanlık ile çalışmak istemiyor. Aylık 15 bin TL maaş almaktansa, evde oturmayı ve üstelik ailesine de en az 5 bin TL yaşam masrafı olarak yük olmayı seçiyor. Bu hazıra ve rahata alışmış toplum halinden ötürü de birçok işyeri, tarım, hayvancılık, inşaat, imalat sektöründe vasıfsız eleman, ara eleman problemi yaşıyor.
Bu nedenle, bu ülkede misafir olduğu bilinciyle yaşayan, sicilinde problem olmayan, ekmeğinde işinde gücünde olan, üreten ve katkı sunan insanları önce göçmen olarak değil, insan olarak değerlendirmeli, yukarıda belirttiğim hassasiyetleri de göz önüne alarak toplumun içine dahil etmeliyiz.
Unutmayalım, suçlar ırklara göre tasnif edilemez. Gelen göçmenlerin içindeki suç oranları, Türk vatandaşları arasındaki suç oranından düşük seyrediyorsa, yani onlar, bizim kadar görece suç işlemiyorsa, bunu tehdit olarak görmek, manasız olur. Eğer aksi ise, bunu çözmesi gereken, bu oranı sağlayıncaya kadar gerekli seyreltmeyi yapması gereken ise devlettir.
Dediğim gibi misafir bilinciyle yaşayandan zarar gelmez.
Göçmenler içinden suç işleyenlere karşı gösterilen tolerans da elbette ev sahibine gösterilecek tolerans kadar olmamalıdır.
Her kriz bir fırsat doğurur.
Her kriz aynı zamanda bir fırsat da doğurur. Toplamı sıfır olan bir oyunun içindeyiz. Birileri kaybederken birileri kazanıyor. Önemli olan bunu görebilmektedir. Süreci buna göre yönetebilmektir.