Biliyorum, bir eğitimci değilim, bu konuda geçmişe dayalı bir tecrübem yok, bu konuda mesleki bir yetkinliğim de yok.. Peki niye bu başlık, ben kim oluyorum ki yeni bir eğitim modelini yazacağım ve fikir olarak önereceğim ? Beni bu konuda araştırmaya ve yazmaya iten, sosyal medyada gördüğüm bir video oldu, özetle yeni mezun bir gencin iş görüşmesinde bitmek tükenmeyen isteklerini anlatıyordu. Şu kadar maaş isterim, unuttuklarım var, onlar için kurs isterim, tatil isterim, serbest çalışma zamanı isterim, şunu isterim bunu isterim, peki sen bize ne vereceksin ? Hiç.. İşte tam da bundan dolayı yeni bir eğitim modeli..

Sektörden ve meslekten biri olmasam da, bu konuda yetkili kişi ben olsaydım nasıl yapardım diye düşündüm..

Önce yükseköğretime dair yakın tarihli verilerle bir fotoğraf çekelim. Mevcut verileri nasıl anlıyoruz, değerlendirelim.. Önce teşhis, sonra tedavi..

Veriler

Tabloyu yukarıdan aşağıda doğru okuyacak olur isek, ülke nüfusunun %10’luk bir kesiminin açık öğretim de dahil olmak üzere yükseköğrenimde eğitimde olduğunu görmekteyiz. Rakam olarak bakıldığında 8 milyon oldukça büyük bir rakam, bir çok ülke nüfusu kadar, peki ama eğitim oranı olarak bakıldığında neredeyiz ?

OECD 2021 Eğitim raporunda görüldüğü üzere, ülke nüfusuna oranla bakıldığında yükseköğrenimde gelişmekte olan ülkeler ortalamasının dahi epey altındayız.. Eğitim hamlesi elbette bir hükümetin 5 yıllık dönemde gerçekleştireceği bir eylem değil, çocuk, baba, dede, büyük dede gibi bakıldığında 100 yıllık bir çerçeve çiziyor.. Grafikte özellikle, Singapur, Kore, Japonya ve Polonya’ya dikkatinizi çekmek istiyorum.. Genç nüfus ve yaşlı nüfus arasındaki yükseköğrenim farkı epey bir fazla, bu da yakın dönemde eğitimde yapılan atılımın önemli bir göstergesi.. Türkiye’nin son 20 yılına bakacak olur isek, okullaşma oranı neredeyse %100. Lise ve yükseköğrenim de oran her geçen gün artıyor.. 25 yıllık yeni bir jenerasyon değişiminde bu oran çok çok yukarıda olacak. Eğitim-Bir-Sen tarafından hazırlanan Yüksek Öğretime Bakış 2021 raporunda yıllar içindeki artış grafik olarak sunulmuş.

Peki yükseköğretim rakamlarına bakıldığında, bu öğrenciler gerçekten eğitimde mi, yoksa gezip dolaşmada mı, anne baba parasıyla gençliklerini mi tüketiyorlar ? Ekonomik koşullardan dolayı mı okuyamıyorlar? Niye mezun olamıyorlar ? Yükseköğrenimde 100 öğrencinin yarısı bile mezun olamıyor.. Gençler meslek sahibi olmak için mi okuyor? Dizilerde şık elbiseli, kravatlı zengin yönetici ablalara abilere mi özeniyorlar ? Ailesinden uzaklaşmak, öğrenci evlerinde gününü gün etmek için mi okuyorlar ? 10 milyonluk genç bir insan kaynağı ne yapıyor? Kendilerine ne katıyor ?

Tablodaki verileri işlemeye devam edelim. Yükseköğrenime ayrılan bütçe, toplam bütçenin %3ü bandında.. Bu oran Avrupa Birliği’nde 2010 verilerine göre %1,26, Almanya’da %1,38, Finlandiya’da %2,18, İngiltere’de %1,05 mertebesinde (Kaynak: Doç. Dr. Şebnem TOSUNOĞLU, AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNDE KAMU EĞİTİM HARCAMALARI).

TÜİK tarafından 01 Ağustos 2022 tarihinde açıklanan verilere göre sağlık alanında istihdam oranı %83 mertebesinde. 2014-2021 mezun verilerini karşılaştırdığımızda da sağlık alanında mezun olanların sayısı 22 bin den 48 bine çıkmış. Bu veriler ülkenin ne yöne doğru büyüdüğü hakkında da bilgi verebilir.

Bir de Ar-Ge harcamalarına bakalım, orada ne durumdayız. TÜİK verilerine göre, devlet Ar-Ge harcamaları için toplam bütçesinin %0,25-0,30 bandında bir ödenek ayırmış durumda. Özel sektör ile birlikte bakıldığında ise, toplam GYSH içinde Ar-Ge için ayırdığımız bütçe %1’in biraz üzerinde ve pozitif yönde bir eğilim var. Özel sektör Ar-Ge için her yıl düzenli bir ödenek artışı yaparken, devlet kendi bütçesinde ise bunu son dönemde azaltmaya başlamış.

Biz bunu yaparken, diğer ülkelerde Ar-Ge için yapılan harcamalar ne düzeyde ? Görüldüğü üzere dünyanın çok çok gerisindeyiz.. Peki, araştırmayacaksak, geliştirmeyeceksek, üniversiteler ne için var ? Yükseköğretimin ülke ekonomisine, gelişimine katkısı ne ? Yükseköğrenim patentler alacak nesilleri yetiştirmeyecek mi?

Peki… Buraya kadar tamam..

Öğrenci sayıları artıyor, ülke içindeki okumuş nüfus oranı artıyor, üniversiteler artıyor, öğretim görevlisi sayıları artıyor, peki eğitimin kalitesi ne durumda ? Niceliksel bir artış tamam, ama nitelik kalite var mı ?

Yükseköğretimden önce daha geriye gidelim, lise 1 sınıfı (15 yaş) için hazırlanan PİSA testleri ve sonuçlarına göre ülkemiz en son yayınlanan pisa 2018 verilerine göre okuma alanında dünyada 40 OECD ülkeleri arasında ise 31. sırada, matematik alanında dünyada 42. sırada, fen alanında ise dünyada 39. sırada. Önümüzdeki ve arkamızdaki ülkeleri görmek adına okuma alanındaki sıralamayı paylaşıyorum.

20 yılda bir ilerleme var mı yok mu diye geriye doğru da bakalım, maalesef yok, yani nicelik arttı, nitelik artamadı, okullarımız yenilendi, sayıları arttı, ama içindeki eğitimin kalitesi artamadı. Bunun sebebi öğretmenler mi ? Sadece o değil. Öğretim şekli, yani bizim eğitim müfredatımız, içeriğimiz..

Şimdi çarpıcı bir grafik daha. Fen liselerimiz ve Anadolu liselerimizle ilgili.. Fen liselerimiz örneğin okuma alanındaki puanları ile Çin’in ortalamasını yakalıyor. Yani bir anlamda Çin’deki ortalama puan bizim fen liselerine eş değer. Anadolu liselerimiz ise puan olarak Almanya ortalaması ile eşdeğer.

Peki üniversitelerde durum ne? Üniversitelerin öğrenci sayıları, yayın sayıları, bilinirlikleri, yayınlarına olan atıflar, patentler, vb. kıstaslara göre 5 farklı sıralamanın karşılaştırması ve dünyadaki yerimizi gösteren tabloyu paylaşıyorum. Yine TÜBİTAK tarafından derlenen verilere göre atıf sayısı ve yayın sayısını gösterir grafikleri de paylaşıyorum. Grafiklerde de görüleceği üzere ilk 10 ülke tüm yayınların ve atıfların %60’ını oluşturuyor.

Teşhis

OECD, YÖK, Milli Eğitim, Tübitak ve STK’ların hazırlamış olduğu raporları incelediğimde şunları görüyorum.

  • Öğrenciler okumak isteyen ve istemeyenler olarak ikiye ayrılıyor.
  • Öğrenciler, akademik bir çalışmayla mı devam edecek, yoksa diplomayı alır almaz iş hayatına mı atılacak, bunu en başında bilerek ilerlemiyor.
  • Okumak istemeyenlere zorla üniversite okutuyoruz, onların üniversite okuyarak meslek sahibi olacağına inanıyoruz.
  • Üniversiteyi bir meslek edindirme kursu olarak görüyoruz.
  • Üniversite, bir çok öğrenci için aileden uzaklaşmak, “sosyalleşmek” için etkin bir alan.
  • Üniversite, öğrencilerin hayata atılmasını geçiştiren bir oyalama aracı.
  • Üniversiteyi severek isteyerek değil, puanımıza göre bahtımıza ne çıkarsa diyerek seçiyoruz.
  • Özellikle açık öğretimde zaman geçirmeyi seviyoruz, öğrenciliğin imkanlarından yararlanıyoruz.
  • Üniversiteler bazı çevreler için bir kariyer basamağı, CV’de gözükse yeter türünden.
  • Öğretim kadroları akademik yayın yapan bilim yapan bilim insanları yerine, maaş odaklı memurlar ile doluyor.
  • Araştırma geliştirmeye yeterli destek verilmiyor. Devletin Ar-Ge bütçesi dünya ölçeğinin altında.
  • Devlet tarafından eğitime harcanan paranın karşılığı, bilim, patent ve yenilik olarak geri alınamıyor.
  • Ekonomik şartlar üniversite seçiminde etkili oluyor.
  • Üniversite eğitimi mezunlarını iş hayatına hazırlayamıyor.
  • Devlet-özel sektör büyüme planlaması ile YÖK ve eğitim kontenjanları arasında paralellik yok.
  • Okuma, araştırma oranı çok çok az. Kütüphaneler bir bina olmaktan öteye geçemiyor.
  • Yabancı dil eğitimi istenilen sonuçları veremiyor. Aynı şekilde yabancı dil hazırlık kursları da.
  • Eğitim müfredatı dünyayı geriden izliyor.

Dünya nereye gidiyor ?

Aslına bakılırsa, sağlık dışında çok büyük gelişmeler icatlar keşifler epey bir süredir yok. Önemli bilimsel gelişmelerin bir çoğu insanlar üzerinde ilerliyor. İnsanlar önce dünyayı tanıdı, sonra uzayı ve şimdi ise kendini tanıyor. Bu son yüzyılda var olanın kapasitesini büyütme, hızını arttırma, gücünü çeşitlendirme, yeni donanımlar ekleme gibi ilerliyor bilim. Yakın dönemin en büyük icadı nedir derseniz tek kelime ile İNTERNET derim. İnternetin getirmiş olduğu şeylere bakacak olur isek günümüzün neredeyse tüm sektörleri artık internetten besleniyor doğrudan yahut dolaylı olarak. İnternetsiz bir şey neredeyse yok gibi, olanları da kaçınılmaz son bekliyor.

Peki internet insanları nereye doğru sürüklüyor ? İnternetten sonra belki en önemli adımlardan biri de onu takiben Google oldu. Bilim artık herkesin elinde, cebindeydi. Sonsuz sayıda veri, büyük veriyi, büyük veri de öğrenme ve öğretmeyi, bu da yapay zekayı doğurdu.. Daha çok veri, daha çok iletişim, daha hızlı iletişim demek, 20 yıl sonrayı görenler bugünden uzaya internet uydularını göndermeye başladı.

Yakın gelecekte büyük verilerin işlenmesi ve hatta insanların anlık sağlık bilgilerinin de işlenmesi suretiyle yapay zekaya sahip doktorlar olacak. Sizin verilerinizi alacak, işleyecek, sizde şu hastalık var diyecek ve doktorlara göre de çok az yanılma payı olacak, çünkü doktorlar gibi yüzlerce binlerce tecrübe değil, milyarlarca tecrübenin birleştiği bir veri üzerinden size teşhis koyacak. Üstelik verileri anlık bilimsel gelişmelerle sürekli saniyeler içinde güncellenebilecek.

Yine yakın gelecekte yapay zekaya sahip hakimler olacak. Kanun metinleri ve yargı kararlarının tümünün sayısallaştırıldığı büyük veriyi işleyen yapay zekalı hakimler size en adaletli cezayı verecek ve bu ceza diğer aynı suçu işleyenlerle aynı olacak, aynı suça aynı ceza ! Duygulardan bağımsız tamamen sayısal.. Avukatlık mesleği yok olacak. İnternette arama motoruna başınızdan geçen olayı anlattığınızda, yapay zekaya sahip bilgisayarın size sorduğu soruları cevapladığınızda, yapay zeka size nasıl savunma yapmanız gerektiğini, alabileceğiniz cezayı, hatta ceza alıp alamayacağınızın nihai sonucunu dahi söyleyecek.

Bu dünya bize yetmedi, yeni bir dünya (belki mars) şimdilik zor ve zahmetli, daha kolayı ne? Sanal evren, paralel evren, ayna evren.. Şu an bir çok firma sizin yakın gelecekte yüzlerce binlerce dolar verip alacağınız arsaları evleri inşa etmeye başladı. Size beğenebileceğiniz karakterler, avatarlar çiziyorlar, sizi size satacaklar anlayacağınız, var olan sokağınızı çizip işleyip tekrar size satacaklar. Niye mi ? Çünkü tüketmek zorundayız, ekonomi büyüyor, büyümeli. Yeni tüketim alanları açılmalı. Sanayileşme bize bunu dayatıyor. Dünya yine 24 saat olsa da biz içinde hızlı, çok daha hızlı yaşamaya mahkumuz. Birçok istihdam alanı biterken, yenileri açılmalı. Bakkallar bitti, şimdi de marketler bitecek.. Depolardan evlere teslim ağlar kuruluyor.. Yakın gelecekte kendimize kabloları bağlayıp sanal evrende gezip dolaşırken Aa ! ben bunun filmini izlemiştim diyeceğiz, tıpkı 1980’lerde bize izlettikleri filmler gibi.. Her şey önce hayal etmekle başlar ve eğer bir şey hayal edildiyse, neredeyse bitmiştir ! Çünkü artık başlamıştır.

Bilim, kainatta var olanı bulmaya, ortaya çıkarmaya var gücüyle devam ediyor..

Türkiye’nin eğitim vizyonu

Şu an üniversitelerde bize anlatılan eğitimin bu anlattıklarımızla pek bir alakası yok, hala matematikte türev integral tümden gelip tüme varma üzerine limitlerde sonsuzlara yaklaşarak yüz yıl önce ispatlanan teorilerin nasıl ispatlanacağını öğretiyoruz. Böyle olduğu için de dünyayı izliyoruz. Üniversitede eğitim sistemini komple değiştirmeden bu iş olmayacak, mevcut haliyle, bu müfredat sistemi ile ancak kendimizi kandıracağız.

Eğitim anne karnında başlar diyorlar şimdilerde, çünkü deneyler gözlemler yapıyorlar ve bunu neden bu kadar geç keşfettik diye de hayıflanıyorlar. Anne karnında başlayan bir eğitimde, biz 18 yaşına gelmiş bireye sen şimdi hangi mesleği seçeceksin, hayatına nasıl yön vereceksin, kendi işini mi kuracaksın, yoksa akademisyen mi olacaksın, bir yerde yönetici mi olmak istiyorsun, yoksa pilot mu olacaksın diyoruz.

Eğitim hükümetler üstü, siyaset üstü bir meseledir. Biz daha hala imam hatipleri konuşuyorken, onun sakalı var, bu Afgan, şu siyah, bu kısa diyorken, eğitim üzerinden dahi siyasi köşe kapmacalar oynuyorken anlaşılması zor konulardan bahsediyorum, farkındayım.

Türkiye nerede olmak istiyor, hangi alanda ilerlemek istiyor bunu belirlemiş midir, inanın emin değilim. Her alanda birinci olmak gibi anlamsız hedefler koymaktansa kendimize stratejik 2-3 önemli hedef koyup buralarda dünyada ilk 3 de olmalıyız demeliydik, demeliyiz. Dersek ne yapacağımızı biliriz, çocuklar, anneler, babalar ne yapacağını bilir. Eğiticiler, öğreticiler ne yapacağını bilir. 1980’lerde bizle benzer ölçekte olan Güney Kore bugün dünya devi firmaları ile güç sahibidir. Samsung, Hyundai, LG.. Sadece 3 firma ile bile dünyada büyük bir iz bırakmak mümkün.. Bugünün dünyasında Amerika deyince ne diyoruz, Google, Apple, Facebook, Tesla hepsi de koca koca sanayilerin fabrikaların çok gerisinden geldi. Gelecekteki dünyayı inşa etmek için bugünden çalışıyorlar. Sağlıkta mı birinci olacağız dünyada ? Tarım da mı ? Savunma sanayisinde mi ? Turizm de mi ? Nerede ? Bundan 25 yıl önce, THY, Turkcell, Aselsan gibi şirketleri devletin göz bebeği yapsaydık, bugün çok farklı yerlerde olabilirlerdi. Devlet vatandaşını başıboş bırakamaz, geleceğini planlar, bir vizyon çizer ve en başta eğitim olmak üzere tüm planlamasını buna göre yapar. Biz daha 5 yıllık şehir planlamasını yapamıyorken, 100 yıllık eğitim planlamasını ülke planlamasını yapmak elbette zor, ama imkansız değil. Bunun için yapılması gereken en önemli şey, temel bir vizyon değişikliği, kirli siyasetin bir kenara atılması. Eğitimin siyasetin elinde oyuncak olmaması..

En önemli sermaye İNSAN

Bugün, en önemli sermaye para değil, insan kaynağıdır. Çünkü insan kaynağı demek, fikir demek, bilim demek, çözüm demektir. İletişim çağının bu kadar yaygın ve kolay olduğu bir dönemde sermayeye ulaşmak hiç de zor değil. İnsan kaynağı bu kadar önemli ise, bu kaynağı eğitmek, geliştirmek, ona yatırım yapmak devletin en başlıca görevidir.

Birinci dünya savaşı, ikinci dünya savaşı, ambargolar, yokluklar, ülkenin altyapı eksiği ve hepsinden önemlisi eğitime verilen daha doğrusu verilmeyen önem sonucunda toplam nüfus içindeki okumuş insan sayısı maalesef çok az.

Türkiye ölçeğinde bir ülke için çok değil, 1.000 kişi evet sadece 1.000 kişi bu ülkenin kaderini çehresini değiştirmeye yeter de artar. Önce ülkenin başındaki siyasetçilerin genel başkanları, bakanlıkların başındaki bakanlar, valiler, belediye başkanları, kamu şirketlerinin başındakiler, yargının başındakiler, üniversitelerin başındaki rektörler, toplayın bin kişi etmedi bile, ama etki alanı milyonlar.. İşte bu 1.000 kişiyi yetiştiremediğimiz için, yetiştirdiysek de bu kirli siyasetin içine dahil edemediğimiz için bugün olmak istediğimiz yerde değiliz. Bizim gibi lidere bakan, lideri özümseyen benimseyen ülkelerde baş olmak önemlidir. Baş iyi ise bu durum iyi, kötü ise kötüdür. Bu başlar, bizleri vezir de eder, rezil de. Onun için bizleri yönetecek kadrolar önemlidir.

Bir ülkenin talihini değiştirmek için milyonlarca okumuş insan değil, her dönemde 1.000 tane çok çok yetenekli, çok iyi eğitim almış insan yeterlidir. Bunun örneklerini dünyadaki isimlere bakarak görebileceğimiz gibi, ülkemizde de son dönemde insansız hava araçları ile dünyaya da başarılarını tescil ettiren, Selçuk Bayraktar misalinde olduğu gibi görebiliriz. Bu 1.000 kişi zaten yetenekleri ve aldıkları eğitim ile kendi organizasyonu oluşturacak, onları da peşinden koşturacak, altındaki kadroları peşine takacaktır.

Kamu yönetiminde ENDERUN

Türkiye gibi eğitim serüvenini henüz tamamlamamış, az gelişmiş (kibarca gelişmekte olan) ülkelerde tabandan tavana toplumun tüm kesimlerinin eğitim üzere bir kalite tutturmasını beklemek yüzyıllar alabilecek bir serüven. Bunun daha kısa yolu ise, yukarıdan aşağıya doğru bunu sağlamak. İmam neyse cemaat odur misali. Üzüm üzüme baka baka misali, baş nereye kıç oraya misali. Ataların sözleri de böyle değil mi zaten ?

ENDERUN .. Türkiye köklü tarihi ile bu sisteme zaten alışık. Giovan Antonio Menavino, 1500’li yıllarda denizde esir düşen, sonrasında 2. Bayezid’e esir olarak hediye edilen, Enderun’da eğitim gören ve daha sonraları yaşadıklarını kaleme alan bir deniz tüccarı. Kitabında şöyle diyor Enderun için “Türkler, olağanüstü bir insan bulduklarında, değerli bir nesne edinmişçesine coşku duyarlar ve onu yetiştirmek için hiçbir emek ve çabadan kaçınmazlar.” (Lybyer,2000, s. 78) Amerikalı Lewis Terman (Stanford-Binet adlı zekâ testini bulan kişi) ise Enderun için “Zekâ seviyesini ölçmek için ilk defa test yöntemi, Osmanlılarda Enderun mektebine seçilen öğrenciler için uygulanmıştır.”

Enderun’da örnek bir zeka testi ise şöyledir; “Devşirme adaylarını denemek için önlerine ortasında yemek kabı olan bir tepsi konulur, ellerine sapı uzun tahta kaşık verilir ve kaşığın sapını diğer arkadaşlarına dokundurmadan yemeleri istenirdi. Zeki olmayanlar nasıl yapacaklarını düşünemezler, zeki olanlar ise karşısında oturanla işbirliği yaparak birbirlerine yedirirlerdi” (Enç, 2004b: 52).

Enderun hakkında yapılmış bir çok yerli-yabancı çalışma mevcut. Web taraması ile bir çok kaynağa da ulaşmak mümkün. Bu kaynaklardan Enderun sistemini daha detaylı okumanızı ayrıca tavsiye ederim.

Nasıl olacak ?

Türkiye’yi yönetecek yönlendirecek her dönemin 1.000 kişisi için neler yapılacak, yazalım.

  • Türkiye’nin en güzide okulu olacak. Boğaza nazır, eski saraylardan biri bu okula çevrilecek.
  • Bu eğitimin tüm masrafları devlet tarafından karşılanacak.
  • Buraya gelen özel olacak ve her zaman özel hissedecek. Korunacak, takip edilecek.
  • Buradaki öğrenciler doktor ya da mühendis olmayacak, hem doktor, hem mühendis, hem sanatkar, hem öğretmen, hem de devlet yöneticisi olacak. Mezun olan, başarılı olduğu sürece devletine hizmet edecek. Etmek zorunda olacak. Devlette yöneticilik yapabileceği gibi, mezun olduktan sonra Enderun’da eğitim de verebilecek.
  • Her yıl en çok 5.000 kişi alınacak ve her yıl en çok 1.000 kişi mezun edilecek.
  • 8 yaşından sonra çok çok yetenekli olmadıkça kimse alınmayacak.
  • Eğitime alınan öğrencilerin sağlık sorunu bulunmayacak.
  • Eğitim 8 yaşında başlayacak, 30 yaşında son bulacak.
  • Eğitimler yatılı olacak. Okula girilecek, mezun olununca çıkılacak. Aile ile en çok 1.000 kez görüşülecek.
  • Tüm sosyal faaliyetler burada yapılacak. Spa, spor alanları, kütüphaneler, konferans salonları, sohbet odaları, çalışma ve etkinlik odaları vb.
  • Buraya seçilenler alanında uzman çok yetkin kişilerce bir çok mülakata tabi tutulacak. İnce eleme sık dokuma yapılacak.
  • Eğitim 3 kategoride olacak.
  • İlk kategori 4 yıl sürecek. Yetenek-zeka testleri yapılacak. Yetenekler tespit edilecek. Yeteneklere uygun faaliyetler yapılacak. Bu dönemde yabancı dil, âdâb-ı muâşeret (görgü kuralları), ahlak ve temel düzey matematik, Türkçe, tarih dersleri alınacak. Her öğrencinin sorumlu bir baş öğretmeni olacak. Baş öğretmen en çok 10 öğrenciden sorumlu olacak. Onlarla birebir ilgilenecek. Her birinin gelişim sürecini günlük raporlayacak.
  • İkinci kategori 15 yıl sürecek yeteneklerine göre eğitimler bazı alanlarda özelleştirilecek, detaylandırılacak. Bu kategoride günlük konferansların toplamı en çok 3 saat olacak. Eğitimler yetkin konuşmacılarla yapılacak. Eğitim kapsamında minimum 5.000 konu başlığında, 15.000 saat konferans alınacak.
  • Üçüncü kategoride uygulamalı süreçler başlayacak, alınan eğitimlerin çıktıları kontrol edilecek, yönetici adayları yetkinlik kazandığı alanlarda gözlemlenecek, eksik yönler tespit edilip tamamlanacak, testler, sınavlar, saha uygulamaları yapılacak. En iyi ve en çok 1.000 kişi bu süreçte tespit edilecek.
  • Türkiye’nin ulusal stratejileri çerçevesinde uygun görülen en az 3 yabancı dil, anadili gibi öğretilecek.
  • Bir sanat alanında mutlaka eser verecek düzeyde eğitim alacak. (Müzik, resim, hat, dokuma, oymacılık, şiir, edebiyat vb.)
  • Her gün düzenli spor yaptırılacak. Sporda bir alanda başarılı olması sağlanacak. Vücut kitle endeksi (BMI) 20-30 arasında olacak.
  • Eğitim hayatı boyunca en az 10.000 kitap okuyacak.
  • Mezun olmadan önce en az 10 başlıkta bilimsel makale yayınlayacak.
  • Örneklendirilmiş en az 100 vakada hakim sıfatıyla adil karar verebilecek adalet terazisine ve bilgisine sahip olacak.
  • Tüm bilim alanlarında (fizik, kimya, biyoloji, elektronik, mekanik, matematik, geometri, uzay, ekonomi, finans, hukuk, psikoloji, sosyoloji, din, tıp vb.) en iyi hocalardan konferanslar alacak. Kitaptan okuma klasik konferanslar değil, hap bilgiler, özet bilgiler, en önemli, en değerli seçkin bilgiler aktarılacak.
  • Başta Osmanlı ve Türkiye tarihi olmak üzere, Dünya Tarihi baştan sonra en iyi tarihçilerden gerçek bilgilerle öğretilecek.
  • Dinler tarihi baştan sona öğretilecek.
  • Âdâb-ı Muâşeret, Görgü Kuralları öğretilecek.
  • Beden dili, duygusal zeka, konuşma, hafıza, hitabet gibi alanlarda da eğitimler alacak.
  • Savaş sanatlarını bilecek, gerektiğinde en önde savaşabilecek, tüm ordusunu yönetebilecek askeri bilgi ve beceriye sahip olacak. En az bir savaş silahını kullanabilecek yetkinlikte olacak.
  • Aslı nesli araştırılacak, liyakat olacak, ama sadakat da olacak.
  • Geçim derdi olmayacak, geleceğini anne-babasını kirayı faturayı düşünmeyecek. Bu konuda kimseye kendini muhtaç hissetmeyecek, devleti tüm ihtiyaçlarını karşılayacak.
  • Evleneceği kişinin olurunu mezun olsa dahi okul verecek. Okulun müsaadesiyle, uygun görüşü ile evlenecek. Evleneceği kişi de araştırılacak.

Sonuç

Bugün başlasak ilk yöneticilerimizi 25 yıl sonra alabileceğimiz bir sistem. Bu mezunlar vali olacak, belediye başkanı olacak, bakan olacak, genel müdür olacak, siyasi parti genel başkanı olacak, başkan olacak. Devlet, atamalarını buradan, mezun olanlardan yapacak, her yıl 1.000 taze ve temiz kan gelecek ülke yönetimine.. Evet uzun bir süreç ama, ülkeyi teslim edeceğimiz insanlar, yöneticiler, öncelikle altında çalışan 5 milyon kamu görevlisine örnek olacak, onların da adaletli, liyakatli ve sadakat sahibi olmasını sağlayacak. O 5 milyon kamu görevlisi, ailesine iyi örnek olacak, başındaki yöneticiyi örnek alacak, ne oldu, 20 milyon.. İyilik tohumunu ektik bir kere.. Bu 20 milyonun her biri 4 kişiye dokunacak, temas edecek, 100 milyon. Artık eğitimde de kalite artar, birlik-beraberlik de artar, başarı da artar.

Baş neyse gerisi de öyledir. Başımızı düzgün seçmek için, önce başımıza gelecekleri hep birlikte eğitmemiz gerekiyor. Yoksa başımıza kötü şeyler de gelebiliyor. Unutmayalım biz neysek, bizi yönetenler de öyle olacaktır. Biz bizden çok çok daha iyi bir yönetici nesli yetiştirelim ki, geleceğimize yön verebilelim. Yoksa bu eğitim kalitesi hızıyla çok daha 25 seneler bekleyeceğiz. Bunu yapmanın en hızlı ve etkili yolu sanırım buradan geçiyor. ENDERUN !